14 Ocak 2016 Perşembe

Dinimiz-Diyanetimiz Kimlere Emanettir?


Ülkemiz onca acının, onca mücadelenin içinde suhulet bulmaya çalışırken gündeme bir de Diyanet İşleri Başkanlığı'nca (DİB) verildiği iddia edilen sapkın mı sapkın bir fetva düştü.

Beş gün önce bir gazete, DİB'in web sitesi olduğu iddia ettiği platforma dayandırarak -sözde- bir fetva yayımlandı.  Haberi okudum; soru abesle iştigal türden. Ancak  altta, "fetva" diye verilen cevapta, başta büyük alim İbn Rüşd olmak üzere, üç ayrı İslam aliminin kitabındaki -güya- (sayfa numarası ve basım yer-tarihiyle) son derece sapkın görüşlere referans verilmiş.   Bir Müslüman, bir anne ve de bir İslam tarihçisi olarak elbette ki çok canım sıkıldı ve fakat düşündüm ki nasıl olsa bu saçmalık DİB tarafından kolayca defedilir. Ne de olsa herşey gün gibi ayan-beyan!

Çok basitçe, nedir?... Bir fetva, önce kutsal kitabımız Kur'an, sonra ona dayanan Hz. Peygamber'in sünneti ve nihayet her ikisinden neşet etmiş kurallara (fıkıh) göre verilebilebilir. O halde bu çerçevede hızlı bir basın açıklaması yapılır ve beraberinde -bu soru ve üç İslam alimine atılan yalan bilgi iftiralarıyla uydurulmuş cevaplar- DİB'in hukuk yoluna başvurup haberi yapandan hesap sorma yoluna gitmesiyle neticelenir.

Fakat en başından, şu saate değin DİB tarafından yürütülen kriz süreci bendenizde çok büyük ve hatta yaşanılandan da korkunç bir hayal kırıklığı yarattı. Bir kere, DİB'in web sitesinden yayımladığı ilk yalanlamayı okuduğunuzda tam olarak ne olup ne olmadığını anlamanıza imkan yok:

Örneğin açıklamada "Elektronik ortamda türlü hile ve desiselerle, çeşitli kelime oyunlarıyla, kendisini vatandaş yerine koyarak platforma soru sorup aldığı cevapları da tahrif ederek, bunu Başkanlığımızı itibarsızlaştırmanın bir yöntemi olarak kullanmak hiçbir  akıl ve vicdan tarafından kabul edilemez." denmekte.

Yukarıdaki cümleden çıkan anlama dayanılarak şu iki soru rahatlıkla sorulabilir:
1. Platformunuza bu soru sorulmuş mu?
2. Platformunuz bu soruyu cevaplamış mı?

Açıklamadan, bu iki sorunun cevabı "evet ama tahrif edildi" şeklinde anlaşılmakta. Eğer böyleyse, DİB'in soru ve cevabın (ya da sadece cevabın/fetvanın) tahrif edilmemiş halini vermesi gerekirdi. Başka bir ifadeyle, böyle "densiz" bir soruya DİB'in verdiği -ki ben verildiğine inanmıyorum ama açıklamada verildiği söyleniyor- cevap esasında tam olarak neydi?

Aksi taktirde şuna benzer bir cevap vermeliydi DİB: Platformumuza ne böyle bir soru yöneltilmiş ve ne de  tarafımızdan böyle bir cevap/fetva verilmiştir. Ama bu da değil.

Peki ama ne?.. Tam da aslında ne olup olmadığı yönünde akla sığan bir açıklama beklenirken, dün akşam bir tv kanalında Diyanet'in üst düzey iki yetkilisi ve bir ilahiyat profesörü bu mevzu bağlamında görüşlerini bildirdiler.

Çok açık söylüyorum, keşke hiç bildirmeseydiler! Hatta keşke o insanlar (uzman, hele alim hiç demiyorum) birer DİB yetkilisi, ilahiyatçı değil de insanlığa bunca zarar vermeyecek başka bir meslek seçseydiler... Özetle, "özrü kabahatlerinden büyük" sözü tam olarak bu insanlar için söylenmiş, diyebilirim.

Neymiş efendim? DİB'de (şimdi yazacağımdan sonra, hakikatten de orası bir "dibmiş" bu arada...) bir "poşet" (evet, böyle tanımlandı!) varmış. O poşetin içine DİB uzmanları dinle ilgili ne bilgi varsa atarlarmış.  Bunların içinde "yalan-yanlış" (evet, gerçekten ve tam olarak böyle söylendi) olan bilgiler de varmış. Niye ki?... (diye soruyorsunuz tam...) Cevabı geliyor; Efendim, lazım olabiliyormuş.... Ne gibi? Yalan-yanlış bilgilerle devletin, üstelik din gibi en hassas (evet, bence öyledir) sistematiğinden sorumlu bir kurumun ne işi olabilir? (sorusu beliriyor ki zihniniz de... Şu kabus cevap şak! diye çarpılıyor suratınıza:) Diyanet İslam Ansiklopedisi gibi eserleri yazan uzmanların işine yarayabilir diye!... Düşünün Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisine madde yazan uzmanlar, yalan-yanlış bilgilerden faydalanabiliyormuş! Özetle şöyle "izah" etti stüdyodaki hazret: Efendim, uzmanlar bu bilgilerden hareket edip gerekli kaynaklara ulaşılır diye tutuyoruz; ama bunlar gizli bilgi niteliğindedir (Ya Rabbim yardım et!). Nasıl ulaşıldı bunlara, araştırıyoruz...

Lütfen dikkatinizi buraya veriniz: Bir devlette, din gibi hassas bir mevzuya dair, hem doğru ve hem de yalan-yanlış bilgilerin toplanmasıyla bir veri tabanı oluşturmuş ve kurum içi kullanıma açık! Böylesine mantıksız, akılsız, abuk-subuk bir durum ve bu durumu meşrulaştıran bir din-diyanet kurumu olabilir mi? Bence asla ve kat'a olamaz, olmamalı. Ve bence dün akşam tv'deki o üst düzey yetkililer kifayetsizliklerinden ne dediklerini bilemez bir haldeydiler. Neden böyle söylüyorum, çünkü kamuoyuna mal olmuş her bilginin, öyle ya da böyle bir doğrulanma mekanizması vardır: Diyelim, bir kitap, bir dergi, bir gazete... buna benzer dolaşımda olan hemen hiç bir yayında sözkonusu yalan fetvada yer alan bilgiler yer alamaz. Alırsa da yasal işlemler başlatılır... Yoksa bu veritabanında sapık ruhlu, psikopat insanların iç döktükleri günlüklere yer verilmemiştir, öyle değil mi?

Şimdi, bu sayın yetkililer diyorlar ki, hani o kurumumuza ait yalan-yanlışlı bilgi poşetlerimiz var ya, işte birileri onların içine sızdı ve oradan çekip çekip yalan-yanlış bilgileri aldı ve bizim sitede "fetva" diye yayımladı. İnanın böyle dedi!...

İlahiyatçı "hocanın" getirdiği açıklama(MA)lar ise ayrı bir ağıta sebep olacak cinsten! DİB yetkililerinden izahat yerine yukarıdaki tuhaf mı tuhaf sözleri işiten program moderatörü, ilahiyatçıya -bir ümit- döndüğünde sorusu çok açıktı. Şöyle bir soru: Hocam, gerçekte İslam alimlerinden çıkma böyle fetvalar var mıdır? Heyhat! İlahiyatçı profesör ağzını, Osmanlı'nın şeriyye sicillerinin uzun bir tanıtımıyla açtı ve bir türlü sadede gelemedi. Neden sonra, anladık ki asıl anlatmak istediği,  Osmanlı mahkemelerinde ensest konulu davaların görüldüğüymüş (ama buraya kadar, dedesinin bu konuda çalıştığı ve Osmanlı'nın şeriyye sicil külliyatının toplam kaç sayfa olduğu gibi bilgiler edinmek zorunda kaldık).   Eee? diyorsunuz tabii.. Acaba nereye getirecek?.. Saded: Dinde ayıp olmaz (doğru... ama ne alakası var?). Dolayısıyla böyle sorular da gelebilir, diyor. Arkasından yığınla lüzumsuz ve tabii ki çok densiz örnek veriyor: Cinsel ilişkiyle; yok içkiyle oruç açılır mı, diye gelen fetva istekleri vs. Ve ekliyor: Ben o (sözde) fetvada yazılan referanslara baktım. (Çok ümitleniyorum ki öldüren ifade geliyor) yanlış çeviriye uğramış!

İnanılır gibi değil! Düşünebiliyor musunuz? Mesela, İbn Rüşd gibi, aklı, mantığı Avrupa Reform'una yol açacak düşünceler üretmiş bir alimin  kaleme aldığı kitapta "bir babanın kızına duyması muhtemel şehvet"e yakınsamaya müsait (yakınsama diyorum, yanlış çevrilmiş ya güya!...) bir başlık ya da mevzu geçiyormuş!

İtiraf edeyim, dün akşam, o programı seyretmemin öncesinde, iş edindim, oturdum, İbn Rüşd'ün yalan haberde referans verilen Bidayetu'l-Müctehid isimli eserini -üstelik Türkçesini- buldum.  Üstadın (bütün Müslüman alimler gibi) asla böyle bir içtihadda bulunmayacağını biliyordum ve fakat merak ediyordum; mahrem-namahrem bahsinde neleri ele almış? Bu yalancı, iftiracılar acaba üstad adına tamamen uydurma bilgi ile mi yoksa başka bir bağlamdaki bir bilgiyi tahrifle mi zulmetmişler? Kelime kelime tarama yapılabilen pdf kitapta elbette ki tüm görüşler Kur'an'daki ayetlere ve sahih hadislere dayandırılmış. Peki, ilahiyatçının "yanlış çeviri" damgasını bastığı türden bir mevzu var mı?... Hayır! Kitaptaki bilgilerin, ne ne kadar yanlış çevrilirse çevrilsin oradaki formun ya da anlamın zerresine delalet etmesi imkansız. Fakat bize ne yazık ki programdaki ilahiyat profesörü, tıpkı DİB yetkililerinin DİB'e yaptıkları gibi -afedersiniz- akıldan, mantıktan ve hele de ilimden yoksun ifade yığınlarıyla ikircikli ve halkı Müslüman ahlakına iknadan uzak müdahalelerde bulundu...

Son durum yukarıda iç döktüğüm gibidir.
Peki şimdi ne olacak? Dediğim gibi, ben, o fetvanın DİB'de çalışan (ne bileyim, mesela ilkokul mezunu bir) görevlinin "Müslüman aklından" çıktığına dahi inanmıyorum. Bana göre bu olayın haber kısmı aşırı art niyetli, aşırı zalim, kutsal ve insanlık düşmanı, üstelik son derece amatör bir kumpasın ürünü. Ve lakin, her şerrde bir hayır vardır düsturu bir kez daha tezahür ediyor. Dinimizi-diyanetimizi emanet ettiğimiz, çalışıp vergilerimizle beslediğimiz DİB görevlileri, o kadar kifayetsiz, o kadar kifayetsiz ki  neredeyse Rabbiniz kim? sorusunun cevabı kadar açık ve net bir şekilde izah edilerek defedilecek bir krizde biz, onların varlıklarının, yaşanan bu krizi de aşan yaşamsal bir kriz hali olduğunu anlıyoruz. Rabbimiz dinimizi onların elinden korusun, Amin.