1 Ağustos 2012 Çarşamba

“Kardeşlik Hukuku”?...



“(….) Aslında bazı insanların bunları anlamakta zorluk çekmesini de yadırgamıyorum; çünkü siyasî tarihimizde bunun çok örneği yok.” diyor, Sayın Hüseyin Çelik… AK Parti Sözcüsü’nün kastettiği, Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasındaki –kendi ifadesiyle– “kardeşlik hukuku.” Diğer bir tanımlamayla, 2014’te yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçiminin enteresan iklimi…

Efendim, “kardeşlik hukuku” nedir? Devlet işlerinde “kardeşlik hukuku”nun yeri var mıdır? Siyâset etme geleneğimiz bu terminolojiye âşina mıdır? Şöyle de sorabiliriz: “Adalet mülkün temelidir”i; devlet görevine getirileceklerde “liyakatin gözetilmesi gerekir”i biliriz de “kardeşlik hukuku”nu siyâsetin neresine koyabiliriz?

İnsanların özel hayatlarında kardeşlik, güven, vefa gibi ahlakî erdemleri gözetmelerinden daha doğal ve hatta ideal bir tavır olamaz. “Kardeşlik hukuku” tam da buraya oturur. Bununla beraber, söz konusu olan siyâset ve dolayısıyla kamusal bir mesele ise, karar vericilerden, bireysel kriterlerin çok üzerinde objektif, evrensel ve hatta aşkın değerlere başvururmaları beklenir. Çünkü, ahlâkla adaletin/hukukun ayrıldığı o kritik nokta mevzubahistir devlet işlerinde… Nedir o? Ahlâkla genellikle bireyin iç dünyasındaki “iyilik” hâli düşünülürken; hukuk, kişinin dışarıyı, toplumu etkileyen fiillerinin değerlendirilmesidir; dolayısıyla ahlâk “iyilik”, hukuk “adalet”tir. Adaleti oluşturan yığınla toplumsal değer: liyakat gibi, istişâre gibi…  her ülkenin kendi tarihsel aklından süzülerek hâle ulaşır; zamanın ihtiyaçlarıyla zenginleştirilir ve o ülkenin hukukunu inşâ ederler.

Dolayısıyla, gerçek bir hukuk devletinde, yönetim erki o devletin kanunlarından, teamüllerinden ve de tabii ki demokratik seçimlerinden alınır. Aksi takdirde hukuk devletinin varlığından söz edilemez. Mesela, parlamenter demokrasilerde Cumhurbaşkanı, iktidardan bağımsız, parlamentonun da üzerinde bir erk olarak konumlanmıştır. “Devletin başı” olan Cumhurbaşkanının “milletin birliğini temsil etmesi; Anayasa'nın uygulanması, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetmesi” ancak iktidara angaje olmadığı, gücünü hukuktan ve halktan aldığı hâlde gerçekleşebilecektir.

Bu cümleden olarak, Cumhurbaşkanımızın adaylığının, 2007 senesinde Başbakanımız tarafından “Kardeşim” subjektif tanımlamasıyla ilân edilmesinin de; bugün, Sayın Cumhurbaşkanı’nın tekrar aday olup-olmaması yönünde “kardeşlik ve vefâ hukuku” çerçevesinde yürütülen polemiklerin de vatandaşlık psikolojisi üzerinde nahoş etkiler yaratabileceği kanaatindeyiz. Hangi açıdan? Yukarıda kısaca zikrettiğimiz hukuk devleti niteliği açısından.

Ancak dikkat ederseniz Sayın Başbakan ile Cumhurbaşkanı’nın ortak siyâsî tarihleri, bütünüyle emanet, vefâ ve himmet üzerine kurulu intibaı vermektedir... Sayın Erdoğan’ın milletvekilliği engellendiği günlerde Sayın Gül, onun Başbakanlığını emanet aldı; sonrasında Sayın Erdoğan Başbakanlığı üç döneme tamamlama kararı alıp, kendilerine “Kardeşim” sıfatıyla, Cumhurbaşkanlığını teslim etti; Ve öyle anlaşılıyor ki Sayın Başbakan Cumhurbaşkanlığı ya da Başkanlık için aday olana kadar…

Belirttiğimiz üzere, insanın yakın çevresiyle olan ilişkileri hukuk kurallarına nispet edilemiyor. Buna karşın kamusal meselelerde hukuk kuralları nihaî ve ideal durak rolünü hep koruyor. Nitekim gelinen noktada Sayın Cumhurbaşkanı (Danışmanı aracılığıyla), Başbakan’la olan özel ilişkilerine yani “aralarındaki hukuka” değil, Anayasa Mahkemesi’nin “tekrar seçilebilir” kararına atıfta bulunmaktadır. Şu var ki son derece meşrû olan bir hakkın talebi ve de bu talebe mukâbele, eşyanın garip tabiatı gereği olacak, garip usullerde tezâhür ediyor: Sayın Cumhurbaşkanı’nın niyeti ve hatta hissiyatı –sözde kendisinin haberi olmadan– Basın Danışmanı tarafından dillendiriliyor. Beri taraftan, ortaya koyulan ifadeler, inanılmaz hızlı bir şekilde hükümet sözcüsü Sayın Hüseyin Çelik tarafından karşılık buluyor. Üstelik de mânidâr göndermelerle… Tüm bu uluorta îmalı atıfların, devletimizin varlık göstergesi olan makamlara ve dolayısıyla halkımızın egemenliğine yakıştığı, her halde iddia edilemez…

Şöyle bitirelim: Hukuksal kurallar ve köklü devlet teamülleri yerine, beşerî ilişkilerin kaderine teslim edilmiş siyasetin, akamete uğraması ve hatta kaos yaratması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi, insan ilişkileri tabiatı itibarıyla değişken, subjektif ve ikirciklidir; zaten tam da bu nedenle Bâbil’den bu yana dünya devletleri, üst ve aşkın adalet kriterleri bütününe; hukuka ve devlet teamülüne ihtiyaç duyulmuşlardır.