Herşey, evet, hemen herşey gibi geleneksel
tarımın ve hayvancılığın da kapitalizme kurban edilmesine kafası acayip bozulan
bendeniz, Bodrum’da yaptığım uzun soluklu bir mutfak alışverişinde hepten
boğulur gibi hissettim kendimi!
Evden uzakta, tatil yerinde olduğumuz için,
normal şartlarda yapmadığım türden bir alışveriş yapmak zorunda kaldım. Nasıl
mı? Örneğin, evimizde-yurdumuzda, ekmeği bildiğimiz bir fırından alırız; burada
büyük bir süper marketten almaya kalktım (almadım, nedenini anlatacağım...). Reçeli
ben yaparım, evden kilometrelerce uzağa reçel çeşitleri taşımak yerine gider bir
çeşit hazırını alırım dedim. Ketçap-mayonezin sadece bir markasını kullanırım;
alışkanlıktan gayrı bir derinliği yoktur; ancak bu kez diğer markaların
"içindekiler"ine şöyle bir bakmak istedim: manzara karşısında, derhal
kendi markama dönüp onu satın aldım.
Başa dönüp, en temel gıdamız ekmekten başlayalım.
Ambalajlı ekmeklerin "içindekiler"ine bakmak adetiniz midir,
bilmiyorum. Benim hiç değildi. Ekmek bu, ne katılabilir ki diyorsunuz... Kaldı
ki rutin koşturmam arasında böylesine ayrıntılı bir alışveriş için vaktim de
yok. Amma, şöyle bir listenin bir tam buğday ekmeğinin -hem de çok çok ünlü bir
markanın- içine katılıyor olduğunu rüyamda görsem inanmazdım:
"xxxxx Tam buğday ekmeği: Tam buğday unu,
içme suyu, glüten, karabuğday tanesi, maya, kepek, buğday ekşisi, tuz, soya
unu, koruyucu, emülgatör, inaktif maya, antioksidan ve soya."
Bunlardan, en azından, gluten, soya unu,
emülgatör, antioksidan ve soya, benim yediğim besinde olmasını kesinlikle
istemediğim girdiler. Merak edenler, anılan kalemlerin taşıdığı tehlikeleri
internet üzerinde çok kolayca bulabilirler. Bu arada, yukarıdaki liste sade tam
buğday ekmeği için değil, üç aşağı-beş yukarı tüm çeşitler için geçerliydi.
Dolayısıyla, elime aldığım tüm ambalajlı ekmek çeşitlerini yerine koyup,
alışveriş sonrası derhal gerçek bir ekmek fırını aramaya koyuldum. Çok şükür
kolayca bulup, geleneksel ekmeklerimize kavuştuk (ya da biz öyle sanıyoruz!).
Reçel mevzuu da ambalajlı ekmek kadar dramatikti.
Koca bir reçel reyonunda, içerisinde glikoz bulunmayan, yani tamamen gerçek
şekerle kaynatılmış reçel bulamadım, desem inanır mısınız? Maalesef öyle! Tüm
reçel markalarını hiç üşenmeden elime alıp "içindekiler" kısmını inceledim;
her birinin listesinde bir glikoz şurubu kalemi boy göstermekteydi. Mesela
şöyle:
"xxxxx Geleneksel Çilek Marmelatı (Şeker,
Çilek, Glikoz Şurubu, Asitliği Düzenleyici (Sitrik Asit ), Kıvam Arttırıcı
(Pektin) gluten İçermiyor." Neticede reçel yemekten vazgeçip, tatlı
ihtiyacımızı balla karşılamakta karar kıldık...
Ketçap-Mayonez reyonunda uğradığımız da aynı
akıbet: İçerisinde glikoz şurubu bulunmayan tek marka var: Benim yıllardır
kullandığım marka. Hiç bir şekilde araştırmış değildim; ancak, kalitesine
inandığımız ve yerli bir marka olduğu için yıllardır tüketirdik. Diğer tüm
markalar glikoz şurubu kullanmaktalar. Ailem ve insanlık adına hem ketçap hem
de mayonez üretiminde glikoz şurubu ya da başka katkı maddesi kullanmadığı için
bu geleneksel markaya çok çok teşekkür etmek istiyorum.
Ekmek, reçel, ketçap ve mayonez. Bu dört kalem, temelde Genetiği
Değiştirilmiş mısır ve soya hassasiyetiyle, normalden epey fazla bir zaman
ayırarak yaptığım bir günlük alışverişimin kara bilançosu. Soya ve ürünleri ile
glikoz/mısır şurubu dışındaki Exxx tarzında yazılan onlarca katkı maddesi işin
cabası. Bunları içermeyen hazır-gıdalar, zaten hayatımızda hemen hemen yok
gibiler...
Diğer yandan, sadece mısır ve soyanın mı
genetiğiyle oynanıyor? Elbette ki hayır. Ülkemiz sınırlarında GDO'lu gıdalar
üretilmiyor olsa da başta pirinç olmak üzere, kuru fasulye, nohut, mercimek
gibi tahıllar gümrüklerimizden rahatça girmekteler. Ve maalesef ülkemiz mahalle
pazarlarındaki tezgahlardaki yerlerini dahi çoktan almışlar! Örneğin geçen yıl
annem pazardan, Arjantin'den ithal kuru fasulye almıştı; her biri birbirine
eşit boyutta, düzgün, pırıl pırıl fasulyeler!... Üstelik, fiyatı da yerlisinin
yarı fiyatından daha az! Marketlerde gördüğünüz pirinç, mercimek vb. tahılların
üzerine bakın pek çoğu ithal olup ülkemizde paketlenmiştir.
Sebzelerin, etlerin, süt ve süt ürünlerinin
durumları da başlı başına birer uzun yazı konusu. Ne, transfer şartlarına
dayanması için kabuklu böceklerin genlerinin domateslere aşılanmasını, ne de
GDO'lu mısır ağaçlarıyla (evet bir ağaç kadar kalın ve uzun olabiliyorlar) ölümüne
beslenen zavallı inekleri göz ardı edebiliriz… Onları hasta edip öldüren GDO’lu
yemler, bizi öldürmezmiş!.. Bilimsel kanıtlarla sabittir ki yalan! İlgilenenler
önceki yazılarıma ve farklı incelemelere bakabilirler. Peki soruyorum
yetkililere: Bizlerin, gönül rahatlığıyla bakkaldan-marketten satın alıp çoluk
çocuğumuza yedirebileceğimiz ne kaldı geriye?...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder