27 Nisan 2012 Cuma

Kapitalizmin Vicdanı Var mıdır?


Ortaya çıkış sebebi  ve gelişmesi Avrupa’nın emperyalizm  ve Hıristiyanlık tarihiyle açıklanabilecek kapitalist düzen, yaklaşık 400 yıldır insanlığın ve dünyanın çanına ot tıkıyor… 

Diğer yandan, kapitalist dinamikler  öyle ya da böyle hemen tüm kültürler ve aşkın öğretilere kendisini eklemlemiş durumdadır. Tersinden okursak, hemen tüm kültürler ve kutsal öğretiler, kapitalizmin ezici gücü karşısında önce şaşkınlıkla, sonra çaresizlikle kendi özgün kaideleri arasından, kapitalizme atıfta bulunduğunu düşündükleri satırları cımbızla çekip çıkarttılar. Onları allayıp pullayarak, hayatlarının merkezine yerleştirdiler. İnsanlığa, kutsala ve evrene aykırılığını görmezden gelerek kendilerine kapitalist meşruiyetler yarattılar… 

Ne diyordu protestan-kapitalist doktrinin burjuva mimarları? Tanrı’nın yeryüzündeki temsilciliğini feodal Avrupa topraklarının üçte ikisini elinde bulunduran kilise değil krallar yapmalı. Halkların birliğini sağlayan krallara zenginlik ve refah yakışır.  Onlar, İsa gelene kadar devam edecek olan “lineer ilerleme” zarfında, şanlarıyla dünyanın kaynaklarına sahip olmak için gerekeni yapmalıdır.  İyi Hıristiyan kral, servet sahibi zengin kraldır. 

Bu bağlamda, türedi zengin sınıf burjuva, tüm köksüzlüğü ve vahşiliğiyle  güdümündeki krallıklardan, gerek kiliseye ait taşınmazları ve gerekse yer altı, yerüstü kaynaklarını çekip aldı. Ölçüsüz bir güç kazandı. 

Avrupa’nın feodal dönem sonrası devletleri ve onların kralları, iktidarlarını borçlu olduğu burjuvaya büyük imtiyazlar tanıdı.  Paralı ordular, bankalar, sanayi, devlet kredileri vs. hepsi burjuva-devlet  ortaklığına hizmet ediyordu. 

Her geçen asır biraz daha palazlanan kapitalizm, liberalizmi de koluna takıp, kitleleri kandıran teoriler geliştirdi.  Örneğin, şöyle diyorlardı: bir grup sermayedarın sınırsız kazanç sağlaması esastır; çünkü nasıl olsa zengin grubun sağladığı “gelişme ve kalkınma” ülkenin geri kalanına da yansıyacaktır. 

Peki öyle mi oldu? Gerçekten, sermayeyi elinde tutanlar, geri kalan halkın refahına katkıda bulundu mu? Şöyle bir soruyla mukabele edelim: Eğer öyle olsaydı işçi hareketleri ve sosyalizm ortaya çıkar mıydı? Hayır! 

Demek ki Tanrı’ya bu dünya dışında bir konum belirleyip yeryüzünün hatta evrenin efendiliğine soyunan Protestan Avrupa devletleri ve burjuva sermaye sahipleri, Tanrı’nın zengin ve dolayısıyla “iyi” kulluğu statüsünü ,yalnız kendilerine lâyık görmüşlerdi! Geri kalan kitlelerin yoksulluğu, yoksunluğu ve mazlumluğunun onların reforme edilmiş Tanrıları nezdinde pek bir kıymeti harbiyesi yoktu! 

Gelelim vicdana… Yani zulme ayak direyen iç sese…  Bazılarının iddiasına göre doğuştan Yaratıcı tarafından insanlara bahşedilmiş haslet… Bana göre ise, hayatiyeti, işlerliği, kişinin içinde bulunduğu aile, toplum, din, devlet gibi temel kurumların değerlerine göre biçimlenen digergamlık bilinci… 

Dolayısıyla, şartlara göre değişen bir bilinç. Örneğin, hırsız, yankesici  bir ailenin kucağında açtıysanız gözünüzü; her halde çalıp-çırparak başkasına zulmetmenin vicdanınızdaki karşılığı en azından nötr olacaktır. Benzer şekilde, diyelim ki NewYork’ta yaşıyan bir ABD’lisiniz: resmî sayısı 150,000 kadar olduğu söylenen evsizlerin akşam olunca otobüs duraklarında birbirlerini ısıtmaya çalışan manzaralarının önünden geçerken dönüp bakmazsınız bile…

İmdi, kapitalist düzende yaşayan insanların vicdanları, yani digergamlık bilinçleri, kapitalizmin hayatlarına sirâyet etme dozajına göre değişecektir.  Bu noktada, kapitalist söylemle gelişmemiş, az-gelişmiş, gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerin fertlerinin taşıdıkları vicdanlar eşyanın tabiatı gereği farklı farklı olacaktır. Nasıl bir fark? Gelişmemişlikten, gelişmişliğe ters bir eğri gösteren yani, geliştikçe azalan bir vicdanî duyarlılık… 

Eşyanın doğası, dedim; çünkü kapitalistleşmek, “kalkınmak”, “ilerlemek” demek, şehrin keşmekeşinde canhıraş bir yaşam savaşına karşılık gelmektedir. Bu hayatta, yalnız ve yalnız kendinizle ilgilenmek zorundasınızdır; başkalarıyla ilgilenmenin; bırakın başkalarını, öz be öz anne- babanıza zaman ayırmanızın şartları bile kapitalist süreçlere eklemlenmiştir. Yaşamak için siz, sürekli çalışıp para kazanmak zorunda olduğunuz için; anne-babanıza bakma işini dahi satın almak durumundasınızdır. Tıpkı çocuklarınızın bakımını satın aldığınız gibi…

Kapitalist hayatta hiçbir şey üretmez ama her şeyi dolaylı yaşarsınız. Sadece, satın alır ve tüketirsiniz: ekmeğiniz, eviniz, sağlığınız hatta hatta geleceğiniz...  Pek çok değer şeyleşmiş, metalaşmıştır. Nefes alıp vermeniz bile bu sefil kapitalist yaşam biçimine göbeğinden bağlanmıştır. 

Yalnızca insan değil, canlı cansız tüm varoluşun, kapitalist elitlere kölelik etmek üzere kurgulandığı;  düzene isyanın hayat-memat meselesine dönüştürüldüğü  bu adaletsiz düzende, digergamlık sergileyebilmek; insanın insan olma hâlini, yani vicdanını her dâim canlı kılmaya çalışmak, çağın en büyük cihadı olmalı!

2 yorum:

Hakkı ÇELİK dedi ki...

Merhaba,

Belirttiğiniz gibi gerçekten de kapitalizm ekonomik bir sistemden fazla bir şeydir. Sadece bir dünya görüşü değil, ne yazık ki artık o küresel bir güç aynı zamanda. Bana kalırsa ona karşı direnişin yolu, küresel bir sistem haline gelen kapitalizmin dışında bir sistem-dışı unsur olarak yer alabilmekten geçiyor. Sistem dışı bir unsur haline gelebilmenin yolu örneğin İslam'ın etkisine açık olan bir çağcıl düşünce sisteminin oluşturulması ve bu düşünce sisteminin elde edeceği esneklik dolayısıyla çok yönlü kılgıya kavuşturulmasıyla mümkün gibi görünüyor bana.

Hakkı ÇELİK

Berat Demirci dedi ki...

Bir kavim (insan)içindekini değiştirmedikçe, şeytanın fısıltısı galip gelecektir. Allah, dağına göre kar verir.