Arkadaşımın kayınvalidesi yaklaşık yüz gündür
komadaydı. Bir-iki gün önce vefat haberi geldi. Tâziye için dün sabah
arkadaşımın işyerine uğradım. Tâziye, hoş-beş… derken, kayınvalidesinin
vasiyetinden söz etti. Kadıncağızın kız çocuğu yokmuş; arkadaşımı da
çok severmiş. Ona demiş ki, “sana vasiyetimdir, ölürsem beni bol suyla
yıkasınlar!…” Arkadaşım hastalıktan, ölümden pek korkar. Buna rağmen,
bu vasiyeti yerine getirmek istemiş.
Hastane yetkililerine “ben de bulunmak istiyorum gasilhanede” demiş.
Endişeli bir şekilde oturup beklerken “aşağıdan bekleniyorsunuz” diye,
haber gelmiş. Kalkmış gasilhaneye inmiş. İçeri girmiş. Bir hanım varmış
içeride. Arkadaşım girince kapıyı kitleyivermiş! Bizimki çok korkmuş:
“ne yapıyorsun? Niye kapıyı kitledin?” diye sormuş. Kadın da “Eee…
beraber yıkayacakmışız ya!…” demiş. Arkadaşım, “yok canım! ben ne
bilirim ölü yıkamayı? Sadece yanınızda kalmak istemiştim. Vasiyeti vardı
da merhûmenin…” diye mukabele etmiş. Kadın sinirlenmiş tabii… Sırada
bekleyen işler var! “Yukarıyı arayım da yardımcı göndersinler bari …”
diye söylenirken… Arkadaşım düşünmüş, düşünmüş… “Yok yok, çağırma… ben
yaparım” demiş.
Diyor ki arkadaşım, “vallahi yavaş yavaş alıştım… Yardım ettim
birlikte yıkadık kayınvalidemi. Zaten düzeni çok iyi kurmuşlar. Kolayca
yaptık bütün işlemleri. Abdestini aldırdık, kuruladık, kefenini
düzenledik sardık sarmaladık…”
Sonra arkadaşımla bu konu üzerinde konuşmaya başladık. Dedim ki “Ne
iyi etmişsin! Keşke hepimiz bilsek ölü yıkamayı… Allah korusun, bir
felaket olsa mesela… doğal olarak ölülerin hemen gömülmesi gerekir. Kimi
bulacaksın ölü yıkayacak? Bu işi yapan profesyonel görevliler ve
yaşlılar dışında bilen-eden yok! Diğer yandan mesela ben (Allah gecinden
versin) sevdiklerimi ebedî hayata uğurlarken onlar için yapılacak
vazifeleri bizzat yerine getirmek isterim. İyisi mi sen de
öğrendiklerini bize öğret… Bir gün toplanalım prova yapalım; alalım
elimize bir oyuncak, bir kova su ve bir parça da kumaş; göster bir bir:
Nasıl yıkanır? Ne okunur? Ne yapılır? Ne edilir?…” “Tamam, yapalım…”
dedi arkadaşım.
Sahiden de modern şehir hayatı, belki her şeyden çok ölümle olan
ilişkimizi dolaylandırmış durumda. Sevdiklerimizi öldükleri andan
itibaren modern-kapitalist düzenin yaban ellerine atıveriyoruz: Önce
morga, ardından gasilhanelerdeki profosyonel ölü yıkayıcıların eline ve
mezar kazıcılara…
Cenazelerin kaldırıldığı câmileri düşünüyorum. Bir izdiham, bir
sıra!… Artık birer numaraya dönüşen ölü bedenler dizi dizi dizilmiş,
seri yıkamadan geçmeyi bekliyor… Sırası gelen alelacele yıkanıp
kefenleniyor; ancak cenaze sahipleri bu süreçten bihaber! Onlar câmi
avlusunda bekliyorlar… Sonra numaralı tabutlar yukarıya taşınıp
sıralanıyor; topluca namazları kılınıyor… Ve arkasından (genellikle
şehrin dışına sürülmüş) mezarlıklara defnediliyorlar… Tüm bunlar bir
saati almıyor… Her şey son derece hızlı ilerliyor… Çünkü modern
cemaatlerin yapacağı çok daha önemli(!)işler var. Belki de tam da bu
yüzden mezarlıkları günlük hayatımızın çok uzağına taşımışız… İşimiz yok
onlarla! Varsa yoksa dünya; varsa yoksa hayatta kalma mücadelesi!
Anlaşılacağı üzere, modern-kapitalist hayat sayesinde o kadar
yabancılaşmışız ki ölüme, onu âdeta bir yalana çevirmişiz! Tıpkı son
günlerde HES barajlarında, tersanelerde can veren yüzlerce işçiye karşı
sergilediğimiz tepkisizlik gibi. Canlı yayınlarda “kurtarın!” diye
feryat ederek canlı canlı sulara karışan işçileri dizi filmden bir sahne
izler gibi izleyip, sıcacık evlerimizde çocuğumuzun başını okşamaya
devam ediyoruz; ya da her neyse o an yaptığımız… Modern-kapitalizm,
hedeflediği insan tipolojisine başarıyla ulaşmıştır: tepkisiz, sinik ve
bencil!
Geleneksel toplumlarda durum elbette ki hâlâ çok farklı… Oralarda,
insanın hayatla kurduğu tüm ilişkiler gibi ölümle kurduğu ilişkiler de
dolaysız ve sahici… Cenaze ritüelleri tüm ayrıntılarıyla tatbik edilir.
Kur’an okuma, defin, tâziye, mevlit, dualar, yedirip-içirme ve daha pek
çok aşama insanlık hâline ve onuruna yaraşır bir şekilde el birliği ve
yardımlaşmayla fiiliyata geçirilir.
Mezarlıklar köyün-kasabanın hayatının aktığı sınırlar içerisindedir.
Şehirliler gibi acelesi olmayan köylüler, hemen her gün ağır ağır
mezarlığın kıyısından yollanırlarken, orada yatanlara üç Kulhuvallah bir
Elham okurlar ve gayrıihtiyarî, bir gün mutlaka onların yanında
kendilerine de yer açılacağını hatırlarlar…
Nihayet, tekrar yazının başa dönersek, arkadaşım beni yolcularken
şöyle diyordu: “Kendimi gayet iyi hissediyorum. Hiç de etkilenmedim! Ama
sonraları çıkar mı etkisi bilmem!…” Şehir hayatının gönüllü-gönülsüz
köleleri olarak her birimiz korkak, endişeli ve yalancıktan
insanlarıyız…
9 Nisan 2012 Pazartesi
Modern-Kapitalist Düzen ve Ölü Yıkayıcısı…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder