9 Nisan 2012 Pazartesi

Modern-Kapitalist Düzen ve Ölü Yıkayıcısı…

Arkadaşımın kayınvalidesi yaklaşık yüz gündür komadaydı. Bir-iki gün önce vefat haberi geldi. Tâziye için dün sabah arkadaşımın işyerine  uğradım. Tâziye, hoş-beş… derken, kayınvalidesinin vasiyetinden söz etti. Kadıncağızın kız çocuğu yokmuş; arkadaşımı da çok severmiş. Ona demiş ki, “sana vasiyetimdir, ölürsem  beni bol suyla yıkasınlar!…” Arkadaşım hastalıktan, ölümden pek korkar.  Buna rağmen, bu vasiyeti yerine getirmek istemiş.

Hastane yetkililerine “ben de bulunmak istiyorum gasilhanede” demiş. Endişeli bir şekilde oturup beklerken “aşağıdan bekleniyorsunuz” diye, haber gelmiş. Kalkmış gasilhaneye inmiş. İçeri girmiş. Bir hanım varmış içeride. Arkadaşım girince kapıyı kitleyivermiş! Bizimki çok korkmuş: “ne yapıyorsun? Niye kapıyı kitledin?” diye sormuş. Kadın da “Eee… beraber yıkayacakmışız ya!…” demiş. Arkadaşım, “yok canım! ben ne bilirim ölü yıkamayı? Sadece yanınızda kalmak istemiştim. Vasiyeti vardı da merhûmenin…” diye mukabele etmiş. Kadın sinirlenmiş tabii… Sırada bekleyen işler var! “Yukarıyı arayım da yardımcı göndersinler bari …” diye söylenirken… Arkadaşım düşünmüş, düşünmüş… “Yok yok, çağırma… ben yaparım” demiş.

Diyor ki arkadaşım, “vallahi yavaş yavaş alıştım… Yardım ettim birlikte yıkadık kayınvalidemi.  Zaten düzeni çok iyi kurmuşlar. Kolayca yaptık bütün işlemleri. Abdestini aldırdık, kuruladık, kefenini düzenledik sardık sarmaladık…”

Sonra arkadaşımla bu konu üzerinde konuşmaya başladık. Dedim ki “Ne iyi etmişsin! Keşke hepimiz bilsek ölü yıkamayı… Allah korusun, bir felaket olsa mesela… doğal olarak ölülerin hemen gömülmesi gerekir. Kimi bulacaksın ölü yıkayacak? Bu işi yapan profesyonel görevliler ve yaşlılar dışında bilen-eden yok! Diğer yandan mesela ben (Allah gecinden versin) sevdiklerimi ebedî hayata uğurlarken onlar için yapılacak vazifeleri bizzat yerine getirmek isterim. İyisi mi sen de öğrendiklerini bize öğret… Bir gün toplanalım prova yapalım; alalım elimize bir oyuncak, bir kova su ve bir parça da kumaş; göster bir bir: Nasıl yıkanır? Ne okunur? Ne yapılır? Ne edilir?…” “Tamam, yapalım…” dedi arkadaşım.

Sahiden de modern şehir hayatı, belki her şeyden çok  ölümle olan ilişkimizi dolaylandırmış durumda. Sevdiklerimizi öldükleri andan itibaren modern-kapitalist düzenin yaban ellerine atıveriyoruz: Önce morga, ardından gasilhanelerdeki  profosyonel ölü yıkayıcıların eline ve mezar kazıcılara…

Cenazelerin kaldırıldığı câmileri düşünüyorum. Bir izdiham, bir sıra!… Artık birer numaraya dönüşen ölü bedenler dizi dizi dizilmiş, seri yıkamadan geçmeyi bekliyor… Sırası gelen alelacele yıkanıp kefenleniyor; ancak cenaze sahipleri bu süreçten bihaber! Onlar  câmi avlusunda bekliyorlar…  Sonra numaralı tabutlar yukarıya taşınıp sıralanıyor; topluca namazları kılınıyor… Ve arkasından (genellikle şehrin dışına sürülmüş) mezarlıklara defnediliyorlar… Tüm bunlar bir saati almıyor… Her şey son derece hızlı ilerliyor… Çünkü modern cemaatlerin yapacağı çok daha önemli(!)işler var. Belki de tam da bu yüzden mezarlıkları günlük hayatımızın çok uzağına taşımışız… İşimiz yok onlarla! Varsa yoksa dünya; varsa yoksa hayatta kalma mücadelesi!

Anlaşılacağı üzere, modern-kapitalist  hayat sayesinde o kadar yabancılaşmışız ki ölüme, onu âdeta bir yalana çevirmişiz! Tıpkı son günlerde HES barajlarında, tersanelerde can veren yüzlerce işçiye karşı sergilediğimiz tepkisizlik gibi. Canlı yayınlarda “kurtarın!” diye feryat ederek canlı canlı sulara karışan işçileri dizi filmden bir sahne izler gibi izleyip, sıcacık evlerimizde çocuğumuzun başını okşamaya devam ediyoruz; ya da her neyse o an yaptığımız… Modern-kapitalizm, hedeflediği insan tipolojisine başarıyla ulaşmıştır: tepkisiz, sinik ve bencil!

Geleneksel toplumlarda durum elbette ki hâlâ çok farklı… Oralarda, insanın hayatla kurduğu tüm ilişkiler gibi ölümle kurduğu ilişkiler de dolaysız ve sahici… Cenaze ritüelleri tüm ayrıntılarıyla tatbik edilir. Kur’an okuma, defin, tâziye, mevlit,  dualar, yedirip-içirme ve daha pek çok aşama insanlık hâline ve onuruna yaraşır bir şekilde el birliği ve yardımlaşmayla fiiliyata geçirilir.

Mezarlıklar köyün-kasabanın hayatının aktığı sınırlar içerisindedir. Şehirliler gibi acelesi olmayan köylüler, hemen her gün ağır ağır mezarlığın kıyısından yollanırlarken, orada yatanlara üç Kulhuvallah bir Elham okurlar ve gayrıihtiyarî, bir gün mutlaka onların yanında kendilerine de yer açılacağını hatırlarlar…

Nihayet, tekrar yazının başa dönersek, arkadaşım beni yolcularken şöyle diyordu: “Kendimi gayet iyi hissediyorum. Hiç de etkilenmedim! Ama sonraları çıkar mı etkisi bilmem!…” Şehir hayatının gönüllü-gönülsüz köleleri olarak her birimiz korkak, endişeli ve yalancıktan insanlarıyız…

Hiç yorum yok: