8 Ekim 2008 Çarşamba

kitaplarım


Emine Sonnur Özcan

kitap
Bilgi Büyücüsü Biruni Emine Sonnur Özcan Ötüken Neşriyat



kitap
Doğunun Öğretmeni Farabi Emine Sonnur Özcan Ötüken Neşriyat



kitap
İbn-i Sina Bilginler Bilgini Emine Sonnur Özcan Ötüken Neşriyat



kitap
Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı Suraiya Faroqhi Doğu Batı Yayınları

18 Eylül 2008 Perşembe

İğneada



İstanbul'dan çıkıp Kırklareli istikametinde, Istarnca Dağları'nın veya ormanlarının muhteşem varlığı eşliğinde ilerleyeceğiniz İğneada'ya sırf yolunun güzelliği için bile gidilebilir...

Dağları kaplayan ormanlardaki ağaçların çeşitliliği insanda hayranlık uyandırıyor... Karadeniz'in batı ucunda, Bulgaristan sınırında konumlu küçücük ilçe İğneada, çok önemli ekolojik özelliklere sahip. Bitki örtüsünün çeşitliliği dışında en sıradışı ve şahane özelliği, denize komşu yedi tane subasan gölüne sahip olması. Bu göller, etrafındaki sazlıklar ve subasan ormanlarıyla inanılmaz bir güzellik sergiliyor... Başta kuşlar olmak üzere çeşitli hayvanlara da yurt olan bu ormanlarda yapılacak yürüyüş ve gözlemlerin insanın kendisini son derece iyi hissetmesine vesile olacağı tartışılmaz... İğneada'nın etrafındaki köyler de muhteşem... Tarım ve hayvancılık yapılan bu köylere yapacağınız gezilerde çok hoş ayrıntılar yakalayabiliyorsunuz... İğneada'ya ilişkin anlatılacak çok şey var... Şimdilik bu kadar zaman ayırabildim... Daha fazla bilgi isteyenler internet üzerinden rahatlıkla bulabilirler.

18 Nisan 2008 Cuma

serbest I

Namibya’nın Tamtamcı Yerlileri

Namibya'da bir arkeolog düşünün: çölde, o coğrafyanın asıl sahiplerine dâir araştırmalar yapmaya çalışıyor... Ancak, bu araştırmalar, bildiğiniz arkeolojik araştırmalardan değil: toprağı kazmıyor örneğin; toprağın beyaz adamlarca yeterince delik deşik edildiğini (elmas madenleri dolayısıyla) düşünerek, yalnızca toprağın (çölün) yüzeyinde araştırmalar yapıyor...

Yabancılarla (beyazlarla) konuşmuyor... İnsanlara, özellikle kendi atalarına küs! Kendisinin yaptığı araştırmaları görüntülemeye gelenlerle birlikte çölde yürüdükleri bir sahne var: İnsanlar önden gidiyor, o en arkadan... Onların ve kendisinin çölde bıraktıkları ayak izlerini özenli bir biçimde elleriyle düzelttikten sonra devam ediyor yürümeye...

Nedir bu adamın tepkisinin nedeni? İzlediğim belgeselde bu sorunun yanıtı şaşırtıcı (!) açıklıkta ortaya koyulmuş: 1800'lü yılların sonlarına doğru -mâlum- sömürgecilik hareketleri çerçevesinde önce Almanlar gelmişler G. Afrika'nın bu bölgesine... "Medeniyet"i buraya getirme zahmetlerinin(!) nedeni, zengin elmas madenleriymiş... Bölge "yerli"lerinin yaşam tarzının, tahmin edebildiğiniz üzere, elmas madeniniyle uzaktan yakından alakası yok! Kabile halinde yaşayan halk, -o yıllarda- geleneksel yaşam tarzları olan avcılık ve çiftçilikle iştigal etmekteler.

Beyaz adam gelir! Sorgusuz sualsiz topraklarını işgal eder ve madenleri işletmek üzere kendisine çölde, “şehircikler” kurar. Yetmez; yerlilere inanılmaz bir soykırıma ve zulme başlar: avcılık ve çiftçiliği yasaklar! Onlar için son derece varoluşsal ve yaşamsal olan bu faaliyetleri devam ettirmeye kalkışanları ise, ya açlığa mahkum ederek; ya toplu olarak idam ederek veyahut da avlananları takip edip, teker teker silahlarıyla öldürürerek yok eder!

Belgeselde o döneme ait katliamların ve dehşetin fotoğrafları gördüm. Tek şey söylemek istiyorum: insanların yüzlerindeki çaresizliğin ifadesi delirticiydi!...

Gidenler gitmiş... kaç kişi katledilmiş hiç bir bilgi yok! Geriye kalanlarsa hâlen, başka türlü bir soykırım ve zulüm yaşamaktalar! Beyaz adamın inşâ ettiği son derece itici "toplu prefabrik köyler"de yaklaşık kırkbin kadar yerli yaşamaya çalışıyor... bu insanları görmeliydiniz! "Hiç bir şey yapmama" cezasına çarptırılmışlar! Evet, tam da böyle!

"Yaşam" olarak algıladıkları geleneksel durum tamamen yasaklanmış: avlanmıyorlar, ekip- biçmiyorlar, özetle ürettikleri dirhem şey yok! Hiç bir şey yapamıyorlar. Çoluk çocuk, kadın, erkek çaresiz, öylece oturuyurlar!... Beyaz adamın belirli zamanlarda getireceği yiyeceği yemeye ve tutuldukları yerlerde oturmaya mahküm edilmiş bu insanlar!

Onlar sadece şunu yapabiliyorlar: DANS! Hani şu bildiğimiz "tam tam" dansı! Yapılan söyleşilerde yerliler, dansla büyü yaptıklarından söz ediyorlardı... Dans ederken avlanmanın hayalini kurup transa geçebildiklerini, böylece kendilerini sahiden de orada ve özgür hissettiklerini; Ayrıca bu büyüyle kendilerini çeşitli yırtıcı hayvanlara da çevirebildiklerini ancak bazan, geri dönüşü sağlayamadıklarını ve beyaz adama av olduklarını da!.....