Suriye’de aslında neler olduğunu hiç birimiz tam
olarak bilemiyoruz. Basına yansıyan bilgiler, muhalifler ve devlet
güçlerinin 10,000 civarında can kurban ettiğini söylüyor. Bu arada
çatışmaların yoğun olarak devam ettiği özellikle kuzey-batı Suriye
bölgesinde yaşayan insanlar, evlerini barklarını terk edip Türkiye,
Lübnan, Ürdün gibi sınır ülkelerine sığınıyorlar. Türkiye’ye sığınan
mültecilerin sayısının 25,000’i aştığı söyleniyor.
Diğer yandan, ciddi bir bilgi kirliliği ve mizansen haber üretimi
olduğu el-Cezîre istifalarıyla geçen haftalarda ortalığa serildi.
Esasen ABD kaynaklı özel istihbarat şirketi Stratfor’un birkaç ay önce
verdiği bilgiler de bunu desteklemekteydi: “çoğu muhalifin o çok ciddi
iddiaları ya aşırı abartıya ya da doğru olmayan bilgilere dönüşüyor!”
şeklinde rapor vermekteydi Stratfor kaynakları . Ayrıca onlar,
yaptıkları incelemelerde muhaliflerin, yabancı güçlerin Libya’ya müdahalesine benzer bir durum
ortaya koymak üzere yaklaşan bir katliamı resmetmeye çalıştıklarını”
rapor etmişlerdi. Nihayet, Stratfor kaynaklarına göre Suriye devleti,
muhaliflerin bu senaryosunu önlemek üzere sıkı tedbirler almakta ve
insanî nedenlere dayalı bir dış müdahale olmaması için büyük gayret
sarfetmektedir.
Wikileaks’in yayınladığı Suriye’nin ABD elçisi e-maili, ABD’nin en az
2006 senesinden bu yana Suriye’deki muhalif güçleri desteklediğini
ortaya koyuyor. Esasen Suriye’deki rejim değişikliği 2002 yılından bu
yana ABD’nin ajandasında. Nitekim, Bush dönemi Dışişleri Müsteşarı
John Bolton, 23 Ağustos 2011’de New York Post’ta yazdığı
makalede, Suriye’deki rejim değişikliği fikrinin çok uzun zaman önce
ABD’nin hedefi olarak deklare edilmiş olması gerektiğini; Bush’un
Saddam’ı devirdikten sonra Esed’e “terörizmi ve kitle imha silahlarını
terk edip, İsrail’le barışa gitmesi(!)” yolunda bir şans verdiğinin
altını çiziyor. Bolton açıkça, rejim değişikliğinin peşini kovalamaları
ve muhaliflere yardım etmeleri gerektiği yönünde Obama iktidarına
telkinde bulunuyor.
Suriye iktidarının birinci destekçisi İran’ın haritasına şöyle bir
bakılırsa, ABD taşeronu ülkeler tarafından dört bir yandan çevrilmiş
durumda olduğu kolayca görülebilir. Dolayısıyla İran, hemen ardındaki
Suriye’nin Nusayrî Esed hükümetine can havliyle destek veriyor. İran,
Suriye’yi de kaybettiği durumda, stratejik olarak bulunduğu coğrafyaya
iyice sıkıştırılmış olacaktır. Diğer Suriye müttefiki Rusya’nın
haritası okunduğunda, komşusu ve müttefiki İran aracılığıyla güneyinden
körfeze ulaşma şansını kaybetmemek adına Suriye’nin yanında olduğu
kestirilebilir. Keza Çin’in batı komşuları da (Kazakistan, Afganistan,
Pakistan) ABD güdümünde ülkeler olduğu için İran’ın onları kontrol eden
varlığını önemsemek durumunda.
Böylesine karanlık ve tehlikeli bir konjonktür içerisinde Türkiye’nin
ABD’nin emelleri yanında yer alıp “Esed gitmeli!”
“Suriye’nin geleceğinde Esed’in yeri olmamalı!” biçiminde bir söylem
geliştirmesi; dahası, açıkça Suriye’ye müdahaleyi zikretmeye başlaması
anlaşılır gibi değil! Yıllardır ABD (İsrail), AB ve NATO’dan oluşan
Batılı Emperyalist ittifaktan duymaktan usandığımız bu dayatmacı söylem,
ne yazık ki Türkiye’ye de sirayet etmiş gibi görünüyor.
Suriye üzerinde her iki taraftan (muhalifler ve devlet güçleri)
katledilen yaşamlar vicdan sahibi her insanın içini acıtıyor. Şurası
açık ki Türkiye, tarihten gelen misyonuyla Irak’a yapmadığını Suriye’den
esirgememeli. Türk yetkililer Suriye’de akan kanın durdurulmasında
ön-ayak olmalılar. Ancak, muhalif güçleri silahlandırarak, Suriye
hükümetiyle köprüleri atarak, kerameti kendinden menkul BM ve NATO’dan
medet umarak değil.
Türkiye hiçbir tarafa angaje olmadan, sabırlı bir şekilde, başta
Suriye hükümeti olmak üzere İran ve diğer Suriye müttefikleri ve Arap
ülkeleriyle sorunu çözmeye çalışmalıdır. Sorunun taraflarının dahil
olmadığı müzakerelerden hiçbir sonuç çıkmayacağını ortalama zekâdaki her
insan kestirebilir. Apar topar ABD emriyle oluşturulan “Suriye’nin
Dostları” grubu, dışarıdan bakan bağımsız akıllara böyle bir izlenim
vermiştir: Suriye’nin dostları hangi Suriye’nin dostlarıdır? Esed
iktidarının olmadığını biliyoruz; fakat Suriye’deki iktidar muhalifi
kitle dışında kalan (ki en kötü ihtimalle nüfusun %75-80’ini oluşturduğu
söyleniyor) halkın tercihleri ve haklarını koruyan “dostlar” neredeler?
Aristo’ya göre en berbat rejim demokrasidir. Onun yücelttiği yönetim
biçimi ise aristokrasidir. Muhtemelen Aristo’nun bu tercihini
delillendireceği pek çok argümanı vardı. Sözün özü, ülkelerin,
toplulukların yönetim biçimleri, onların geçmişten getirdikleri siyâsî
gelenekler ve kendilerine has koşullar uyarınca, kendileri tarafından
biçimlendirilmelidir. Mevcut yönetim biçimine karşı duyulan
hoşnutsuzluk, ancak ilgili ülkenin kendi dinamikleri aracılığıyla
tatlıya bağlanabilir. Tarafların sorunları müzâkere etme sürecinde ortak
değerlere ya da ortak bir geçmişe sahip samimi hakemlere müracaat
edilebilir. Ancak hakemlik ya da arabuluculuk görevine soyunanların
müdahale ve mukâtele sürecine dâhil olmaları eşyanın tabiatına
aykırıdır.
“Komşularla sıfır sorun”dan savrulduğumuz bu endişe verici hâl,
herkesin nefesini kesmiş durumda. Türkiye devlet geleneği, ne zamandır
bir başka bağımsız devletin geleceği üzerinde fikir beyan etmeye
başladı? Velev ki o devlet bilmem kaç yüz kilometrelik sınırımız olan
bir komşu ülkede olsun…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 yorum:
Merhaba, sizi ne yazık ki twitter hesabınızla tanıdım. Araştırdım ki Farabi konusunda yazdığınız kitabı okuyamamışım. Geç de olsa sizi tanımaktan mutluyum. Suriye konusuna gelince: Suriye uzun yıllar ticaretle uğraşan insanların ülkesidir. Bu nedenle de siyaset konusundaoldukça başarılıdırlar. Henry KISSENGER Baba Esad'dan bahsederken "Stratejiyi onunla konuşmaktan büyük zevk alırdım, bir de burnunu karıştırmasa" derdi. Baba Esad, Beşşar'ın yerine aslında BASİL'i hazırlıyordu. Hız tutkunu Basil, yanındaki kız arkadaşı ile son sürat Damascus Hava Alanı yolunda bordürlere çarptı ve ikisi de öldüler. Eğer yaşasaydı, bütün dünya şu anda Beşşar'ı mumla arıyor olacaktı. Beşşar olacakları önceden tahmin etti ve Abdülhalim Haddam güya ülkeyi terk ederek MUHALİF safına geçti. Bu uzaktan MUHALİF güçleri kontrol amaçlı bir taktikti ve bu gün görüyoruz ki tuttu. Çünkü muhaliflerin arasında çok ciddi çatışmalar ve ayrılıklar var. Bugün Suriye'de olanların sırrı 2006 yılında Lübnan Hizbullah'ının İsrail'i dizlerinin üzerine çökertmesinde gizlidir derim. Umarım değerli yazınız konusunda size karşı ukalalık yapmamışımdır. Emeklerinize sağlık, Teşekkürler ve saygılar.
Değerli Hassan Hüseyin Bey, Kusuruma bakmayın, yorumunuzu bugün gördüm. Ne yazık ki Blogspot yapılan yorumları bize göndermiyor. Suriye hepimizin içinde kanayan bir yara tıpkı Irak, Filistin, Afganistan ve dünya üzerindeki tüm zulme uğramış topraklar gibi. Allah zalimlerin oyunlarını boşa çıkarsın... Çok teşekkürler yorumlarınız için. Emine Sonnur
Yorum Gönder