12 Temmuz 2012 Perşembe

Padişahın Projesinin "Devlet Eliyle" Engellenmesi



Bugünden bakıldığında, Osmanlı Pâdişâhların her isteğinin emir hükmünde olduğu, aksine davrananların bunu hayatlarıyla ödedikleri düşünülür. Ama sahiden de böyle miydi? İstisnasız, Sultan’ın her emri devlet erkânınca yerine getirilir miydi? Değildi, ise istisnalarda ölçü neydi?

Esasen, pâdişâhların bütün emir ya da isteklerinin devlet adamlarınca yerine getirilmediği yönünde Osmanlı kroniklerinde pek çok örnek bulunabilir; bununla beraber biz, elinizdeki yazıyla, ünlü Osmanlı tarihçisi Selânikî Mustafa Efendi’ye kulak vereceğiz: Kânûnî Sultan Süleyman’ın İstanbul’a su getirme projesi, “devlet eliyle” nasıl ve neden engellenmiştir? Umuyoruz ki Selânikî’den aktaracağımız bu olay, meraklısına, Osmanlı “devlet etme” geleneğini anlamada ufuk açar, yardım eder...

Efendim, Sultan Süleyman, avlanma amacıyla sıklıkla gittiği Kâğıthane civarında, (muhtemelen Roma’dan kalma) yıkık su kemerlerini görmüş ve onları yakından incelemiştir. Bölgedeki bostanları sulamada kullanılan kemerler Pâdişâha, onarıldığı takdirde, şehre su sağlamada büyük katkı yapacağı ilhâmını vermiş ve Selânikî’nin ifadesiyle, böylece o, suyu getürmek endîşesine düşmüştür.

Muhteşem Süleyman, kafasında beliren projeyi bir an önce somutlaştırmak istemektedir. Bu bağlamda, Kiriz Nikola isimli zımmî (gayrımüslim) bir ustayla kemerlerin olduğu bölgede birkaç kere fikir alışverişinde dahi bulunmuştur. Ancak Sultan’ın kiminle görüşüp kiminle görüşmediği, devlet erkânını ciddî anlamda ilgilendirmektedir. Ki onun Hıristiyan ustayla yaptığı görüşmeler dönemin Sadrâzâmı Ali Paşa’ya kolayca ulaşmıştır. Bunun üzerine Sadrazam, bugün bizim neredeyse algılayamayacağımız bir siyâsî salvoda bulunur: Sorgusuz sualsiz, ustayı gizlice yakalatıp hapse attırır!

Neticede –galiba, Sadrâzâmın istediği ve beklediği üzere– ustanın hapse atıldığı haberi Pâdişâh’a kadar ulaşır. Peki Sultan ne yapar?... Şunu yapar, Sevgili Okur: Kâğıthane’de, yani kemerlerin bulunduğu mahâlde derhal bir ayak dîvânı düzenler. Tüm dîvân üyeleri yerlerini aldıkları halde Pâdişâh, Sadrâzâmına beklenen soruyu yöneltir: “Su yolu yapan kâfirin hapsedilmesi neden kaynaklandı?” (Su yolcı kâfirun habsine ba‘is ne oldı?)

Bendenize göre bu sorunun alt okuması inanılmaz derecede önemlidir. Neden mi? Çünkü Pâdişâhın bu cümlesi, doğrudan kendi isteği ya da projesine Sadrâzâmın yaptığı/yapacağı müdahaleleri meşrûlaştırmaktadır. Yani bu soruyla Sultan, âdeta şöyle demektedir: “Sizin benim işlerime müdahalelerinizin, muhakkak ki benim düşünemediğim halde sizin hesabını yaptığınız, çok çok mühim gerekçeleri vardır. Hele bir buyurun; bu mühim gerekçeleri hem bana hem de dîvân üyelerine izah edin ki bizler de faydalanalım. Faydalanalım ve devletimiz, milletimiz için doğruyu yapıyoruz derken yanlış yapmayalım!…”

Keza, Ali Paşa’nın, Pâdişâh’a verdiği cevap da son derece çarpıcı, incelikli, vizyoner bir cevap; hatta hatta siyasî bir manifestodur. Selânikî’nin kendi fikrini de yürütüp, doğru olarak nitelendirdiği cevap şöyle başlar:

[Söz konusu usta] Ben kulunuzun haberi olmadan, huzurunuzda büyük hazine masrafıyla su yolu açacağını (belirtmiş). Daha önceleri de açtığının doğru olup olmadığını öğrenmek için birkaç gün saklanmıştır; görülsün, söyletip bilelim, ne üslup üzere olacaktır.

Ali Paşa, istihbarî ve iktisadî kaygılarla örülü; aynı zamanda devlet hiyerarşisinin altını çizen bu girişin ardından sözlerine şöyle devam eder:

Hakîkaten, su getirmek gibi fazîletli bir iş olmaz. Allah işinizi kolay eylesin; ancak, Pâdişâhım, bu suyun akışı ile İstanbul’un her mahallesinde bir çeşme yapılıp sular sebil olunca, çevredeki ve Arap ve Acem memleketlerinin halkı gelip nüfus artışı ve izdihâma sebep olup, bu vilâyete et ve ekmek ve diğer yiyecek maddeleri yetiştirmek zor (olacaktır) ve muzaffer askerlerin geçimlerine büyük sıkıntı düşmesi kesindir. Bu vasıta ile Müslümanların ödedikleri fiyatlar yükselip cârî narhlar bozulup ve çift-bozanlardan İstanbul dolup, eker-biçer tâife yerlerini boş bırakıp terk eylemeleri kaçınılmazdır. Saltanatınız döneminde her ne zahmet ve meşakkat olursa çekilir; ammâ, günlerin geçmesiyle sonradan gelen şerefli evlâtlar ve büyük sultanlar zamanları, ziyâde çetin olacaktır. 

            Şimdi, yukarıdaki hitâbetten yazı konumuz bağlamında çıkartılabilecek tespitlere bakalım: Öncelikle belirtilmelidir ki devlet erkânının pâdişâhların fikirlerine duydukları saygı, çok ciddi anlamda karşılıklılık arzediyordu.

İkincisi, baş vezir gibi yüksek devlet görevlerini yürüten “kullar” (pâdişahın maiyeti, memurları ve askerleri), Pâdişah’ın hâkimiyet ve devlet idaresine yardımcı olurlarken; ve dahi onun isteklerini yerine getirirlerken, “devletin  selâmetle bekâsını” gözetme sorumluluğunu varoluşsal görüyorlardı. Konuşmada vurgulanan hazîne, istihbarat, göç, pâyitahtın gıda tedâriki, fiyatlar, tarım ve vergi sistemi; reaya’dan (halk) saraya kadar kadar her kesimi yakından ilgilendiren yaşamsal meselelerdi. Osmanlı devlet etme geleneğinde bu ve diğer temel meseleler, meşhur “adâlet dairesi”yle teorize edilmiş ve uygulamayı biçimlendirmiştir.

Üçüncüsü, dönemin medya mensupları diyebileceğimiz, Osmanlı tarihçilerinin çoğu, devlet adamı olsalar dahi  meselelere ilkesel ve eleştirel bakabilmişlerdir: Selânikî, Kânûnî döneminde yaşamış bir tarihçi değildir; ancak sözkonusu dönemin hükümdârının isteğini/emrini aktarırken, sadrâzâmın  tavrını hiç tereddütsüz doğru olarak nitelendirmektedir.Tarihçi bu tavrında, bulunduğu saltanat dönemi açısından hiçbir sakınca görmemektedir. Zamanların ruhunu yansıtan bu tavır, anlaşılıyor ki eşyanın tabiatı icabı; yani çok yaygın bir meşrûiyeti haizdi.

Şöyle bitirebiliriz: “Allah’ın dünyadaki gölgesi” biçiminde addedilen Osmanlı pâdişâhları ve onların yardımcılığını üstlenen devlet yetkilileri –istisnalar olsa dahi– ellerinden geldiğince adâlet dairesini ve dolayısıyla gelecek nesilleri gözetmeye çalışmışlardır. Kendi içinde son derece tutarlı ve sağlam olan sistemin bileşenleri Pâdişâh emri dahi olsa kırılmalara karşı korunmuştur. Çünkü adâlet dâiresinin bekâsı, devletin bekâsından başka bir anlama gelmemektedir.

Hiç yorum yok: