Nükleere Hayır! Çünkü...
Fukuşima Dayçi Nükleer Santrali, Japonya |
Bilindiği gibi Sayın Başbakanımız geçtiğimiz hafta, Nükleer Güvenlik Zirvesi kapsamında Seul’deydi. Zirve kapanışında yaptığı konuşmalarda Fukuşima ve diğer nükleer kazalara atıfla, nükleer güvenliğin altını çizen Başbakanımız, “Liderler olarak bizlerin nükleer güç üretme programlarına kamuoyunun güveninin sağlanmasında öncelikli sorumluluğu bulunuyor” dediler… Ardından da şunu eklediler: “Gerek nükleer emniyet, gerek güvenlik alanında edinilen deneyimler, bütün uluslararası toplumun yararına olacak şekilde paylaşılmalıdır.”
Yine geçtiğimiz haftalarda, önümüzdeki sene Rusya tarafından
yapımına başlanacak olan Mersin, Akkuyu Nükleer Santrali için atılan adımların
hızlandırılması yönünde Sayın Başbakan’dan kamu kurumlarına bir talimat iletildiği
duyuruldu. Bir nükleer enerji karşıtı olarak, bu talimatın da etki ve
endişesiyle, nükleer santrallerin tehlikelerine ilişkin fikir verecek bilgileri
burada paylaşma ihtiyacı duydum.
Aktaracağım bilgilerin teorik bilgilerden
oluşmasının, çoğu okur için pek bir anlam taşımayacağı endişesiyle, konuyu gerçeklerden hareketle ortaya koymaya
çalışacağım. Fukuşima
felaketinden sonra Japonya devleti, bilim adamları, yerel yönetimleri ve Japon
halkının yaşadıkları ve aldıkları kararlar nelerdir? Öncelikle, The Newyork Times’ın enerji ve çevreye ayırdığı sayfadaki derli
toplu Japonya-Fukuşima kronolojisinin bana yol gösterdiğini söylemeliyim. Umarım bu sayede, Sayın Başbakan’ın işaret ettiği
gibi, “edinilen deneyimlerin paylaşılmasına” ben de küçük bir katkıda bulunabilirim…
11 Mart 2011 tarihinde
Japonya’da meydana gelen 9.0 şiddetindeki deprem ve ardından oluşan dev
tsunamiler, Fukuşima’da bulunan Daiichi Nükleer Santrali’ndeki üç adet nükleer
reaktörü vurdu. Radyoaktif sızıntı, patlamalar ve yangınların yaydığı
radyoaktif gazlar nedeniyle ölen ve kaybolan insanların sayısı en az 22.000’di.
90,000’in üzerinde insan bulundukları bölgeden tahliye edildi. Fukuşima’nın 274
km. uzağındaki Tokyo’daki evlerin musluklarından akan suda radyoaktif maddeler
tespit edildi. Ayrıca sebzelerde ve hayvanların etlerinde de radyoaktif
partiküller bulundu.
Reaktörlerin kontrol altına alınması mümkün olamıyordu. Çünkü
kontrol ekiplerinin ölümcül radyoaktif seviyelerdeki reaktörlerin içerisine
girip müdahale etmeleri âdeta intihar anlamına geliyordu. Hatırlanır mı bilmem,
o günlerde intihar ekiplerinden dahi söz edilmekteydi. Nihayet çok yoğun soğutma
çalışmaları sonucunda kısmî kontrol 8 ay gibi uzun bir zaman aldı.
Kısmî diyorum, çünkü daha iki-üç gün önce Anadolu Ajansı’nın
geçtiği bir haberde, felaketin ikinci yılında Fukuşima’daki 3 reaktörden
çekirdek erimesi görülmeyen 2 numaralı reaktörde ölümcül düzeyin 10 katı
radyasyon tespit edildi. Yetkililere göre bu şartlarda özel aletler bile en
fazla 14 saat dayanabilmektedir. Ve diğer iki reaktör, hiçbir şekilde yakından
incelenemediği için, mevcut tehlikenin boyutları hâlâ ölçülememektedir…
Tekrar geri dönersek, Kasım 2011’de, şimdiki Japon Başbakanı Yoshihiko
Noda, yaşanılanın Çernobil’den sonra en büyük nükleer felaket
olduğunu deklare etti. Japon devleti
yaşanılan felaketten o kadar rahatsız olmuştu ki daha iki ay sonrasında o
zamanki Başbakan Naoto Kan, Japonya’nın enerji politikaları için “yepyeni bir
başlangıç” ortaya koyuyordu. Yeni
nükleer santral planlarından tamamen vazgeçilmişti. Yeni politika, ağırlıklı
olarak yenilenebilir enerjiye ve güvenirliğe dayanacaktı. Kan, bir ay sonra
daha da kararlı bir şekilde, Japonya’nın nükleer enerjiye bağlılığının zaman
içinde azaltılıp hepten bertaraf edileceğini açıkladı. Şöyle diyordu Kan:
“Fukuşima kazası, teknolojinin taşıdığı tehlikeleri gözler önüne sermiştir.”
Fukuşima'daki nükleer felaket sonrasında, kontrollerden bir kare... |
Felaketten bir yıl sonra, Japonya’da bulunan 54 reaktörden 52’sinin
üretimi durduruldu. Nisan ayında Japonya’nın çalışan son reaktörü de
kapatılacak. Yeni Başbakan Noda, yerel yöneticilerin onayı alınmadan hiç bir nükleer
reaktörün yeniden çalıştırılmayacağını söyledi.
Peki, en şiddetli depremlerde bile tek kişinin burnu kanamayan
Japonya’da, nasıl olmuştu da böyle bir felaket öngörülememişti? O Japonya ki teknolojisiyle
dünyanın en gelişmiş ülkeleri arasındadır. Üstelik, bilimsel araştırmalar
bakımından, Bilimsel Atıf İndeksi’ne
(SCI) giren dergilerde yayınladıkları makale sayısı, dünya sıralamasında
üçüncülüğe oturmuş durumdadır (meraklısı için, 2001 verileriyle, Türkiye’nin
yeri 25. sırada).
Japonya’nın nükleer enerji işletmeciliğini yapan TEPCO isimli kurumun
bu soruya da cevap oluşturan ifadesinin, tek başına, tüm dünyanın nükleer
enerji santrali yapımından vazgeçmesi için yeterli olduğunu düşünmekteyim:
“9.0 şiddetinde bir deprem ve 13,7 metreye
varan tsunamiler, bilim adamlarının tüm tahminlerinin üzerindeydi.”
Demek oluyor ki dünya üzerinde belli bir coğrafyaya doğanın ne
boyutta bir felaket göndereceği günümüz bilim adamları tarafından
öngörülemiyor. Velev ki o coğrafyanın bilim adamları dünya sıralamasında üçüncü
olsunlar… Tıpkı, muhtemel bir nükleer çevre felaketinde o coğrafyanın ne
yöntemle temizlenmesi gerektiğini dünya üzerinde bilen tek bir bilim adamının olmadığı
gibi…