Çayelili insanlar arasında benim gibi büyük büyük dedelerinden
Sarıkamış’ta donmuş bedenini bırakarak şehit olanlar pek çok olmalı… I.Dünya
Savaşı’nda Osmanlı’nın Kafkas Cephesi’de bir felâkete dönüşen Sarıkamış Hârekâtı’nın yıldönümünde
o koca yürekli, cesur dedelerimiz, olayın geçtiği Kars ilinde resmî törenle anıldılar. Ben fakîre de eli kalem tutan torunlardan olarak,
dedelerimin ruhlarını şâd etmek üzere buradan, onların bildiğim hikâyelerini
paylaşmak istedim…
Muhakkak ki yazdığımız her cümle hep eksik kalacak; onların
trajedisini hiçbir zaman tam olarak anlatamayacak. Öyle de olsa o güzel insanların hikâyelerinin,
bizdeki o eksik halleriyle dahi, anlatılmasının, paylaşılmasının, gelecek
nesiller için birer mesel'e; efsâneye dönüşmesinin son derece önemli olduğunu
düşünüyorum…
Benim ailemden Sarıkamış’ta canını vermiş –tespit
edebildiğim– tam dört yiğit bulunuyor… Bunlardan ilki Annemin dedesi, yani babasının babası Kasar
İsmail Efendi... Seferberliğe gittiğinde henüz yirmili yaşlarının başındaydı…
Küçük dayımın anlattığı fotoğraf şöyle: Bir sabah erkenden kalktı, daha yirmi günlük olan
rahmetli dedemi kundağında öpüp kokladıktan sonra eşiyle ve diğer iki çocuğuyla
vedalaşarak köyün diğer şehit adaylarıyla birlikte evinden uzaklaşıp Erzurum’a
doğru yola çıktı. İsmail Dedemle ilgili bundan gayrı tek haber, Sarıkamış’ta
şehit düştüğü… Geçen yaz nüfus dairesinden aldığım kütük dökümünde adının
karşısında da “Sarıkamış Şehidi” yazıyordu… İçim burkuldu… Kim bilir o dağlarda
neler yaşadı? Ne duygular ne acılar içerisinde ruhunu teslim etti? Allah ganî
ganî rahmet eylesin…
Anemin annesinin babası, ikinci İsmail Dedem de Sarıkamış
şehidi. Onun hakkında bildiğim tek şey, Kaptanpaşa merkezdeki Haliloğulları ailesinin/evinin
tek oğlu olup henüz bir çocuk sahibi, yeni evli bir genç adam olduğu. O da genç
eşi Rasihe’yi ve tek kız çocuğunu bırakıp Kafkas cephesine gitti. Yıllar sonra
ulaşan tek haber şehit düştüğü oldu…
Ailemizin üçüncü ve dördüncü Sarıkamış şehitleri, rahmetli babannemin
erkek kardeşi Dursun Dayım ve çok sevdiği ilk eşi Sâlim Efendi. Babannem çok kıymetli ilk eşiyle yeni evliydi. Küçük bir de kızları vardı. Babannem
ölene kadar eşiyle ayrılma sahnesini hiç unutmadı: hepimiz onların acıklı
hikâyesini biliriz… Evlerinin ahır kapısında Sâlim Dede, babanneme,
seferberlik ilân edildiğini, dolayısıyla harbe gitmek zorunda olduğunu anlattı.
Babannem, eşinin bu sözü karşısında nasıl bir cevap verdiğini hiç söylemedi.
Belki de susarak anlatmıştır acısını… Ama şunu, üstüne basa basa anlatırdı Babannem: Sâlim
Dede elini yüreğinin üstüne koyup, kaldırıp sessizce, “ne yapayım, ne yapayım!…”
demişti. O, bu dramatik tepkiyle, esasında bu mecburi ayrılığı hiç istemediğini sevgili eşine öyle bir
anlatmıştı ki Babannem bu sahneyi asla unutamadı…
Babannem, yıllar yılı eşini bekledi. Şehit haberi geldikten
sonra dahi gelin gittiği halasının evinden babasının evine dönmedi. Sonra, belki, daha büyük bir felâket daha
yaşadı: 9-10 yaşlarındaki kızını da kaybetti. Babannem kızını
kaybettikten sonra da babasının evine dönmek istemedi. Halam anlattı:
Babannemin babası bir molla (Molla Ahmed Efendi) annesi
ise bilge bir kadındı. Büyük Babannemiz, kızının eşi şehid düştükten sonra ona nasihatler ederek baba evine dönmesini sağlamaya çalıır bir türlü
ikna edemezdi. Babannemin kızının vefatından sonraydı; yine gitti. Baktı ki durum aynı: Babannem, Sâlim'inin evini terk etmek istemiyor. Bunun üzerine şu mealde bir söz etti: “Kızım, ayaklarını dayayarak gökyüzünü tutamazsın,
gücün yetmez. Bırak her şey kendi tabiatında aksın!..” Bunun üzerinde
Babannem Sarıkamış şehidi kocasının evini bırakıp babasının evine döndü. Döndü ama tıpkı toprağa verdiği kızı gibi Sâlim'ini ölene
kadar unutmadı. Hep anlattı, ağladı onlara... Dedemle evlendikten sonra doğurduğu ikinci kızının ilk adını da
Fatma verdi. Daha
sonraki yıllarda, babannemin vefat eden bir yeğeninin eşi konumundaki benim dedem, babannemi zorla kaçırarak evlendi. Ki o da apayrı bir
trajedi!...
Dördüncü Sarıkamış şehidimiz, babamın dayısı; yani Babannemin kardeşi Dursun Efendi. Onun hikâyesi iyice iç burkucu… Dursun Dede
de Babannem gibi yeni evli ve bir çocukluyken Sarıkamış’a gitti. Halam anlattı:
Dursun Dede cepheye varıp durumu görünce bu harekâttan sonuç
alınamayacağına kanaat getirdi ve cepheden evine dönmek istemiş. Kar boran
içerisinde saatlerce, günlerce dağlarda yürüdü. Çok yoruldu ve
çok acıktı. Yol üzerinde bir çobanla karşılaştı. Ondan yiyecek bir şeyler
istedi… Çoban: “sen burada beni bekle, eve gidip sana bir şeyler getireyim”
dedi. Dursun Dede yiyecek bir iki lokma yeyip yoluna devam etmeyi beklerken
karşısında bir grup asker gördü. Tekrar Sarıkamış’a götürüldü
Dursun Dede ve maalesef Allahuekber Dağları'nda donarak can verdi...
Dursun Dedenin eşi, kocasının şehit haberini almış olmasına rağmen bir türlü kabullenememiş. Dönüp gelince kocası giysin diye ona çoraplar örmüş durmuş... Sorana da: “Dursunum gelecek ya… Ona örüyorum…” dermiş. Yüzlerce, belki binlerce çorap
örmüş Dursun Dede için.
Kimbilir, o zamanın Mapavri’sinin köylerinde daha ne acıklı
Sarıkamış hikâyeleri vardır… Ne türküler, ne destanlar, ne ağıtlar yakılmış; ne
gözyaşları dökülmüştür onlar için… Allah onların mekânlarını cennet ettiğini ve
bizler göremesek de aslında aramızda ve diri olduklarını söylüyor… Hepsinin o
güzel elerinde teker teker öper, alnıma yükseltirim... Sizleri çok seviyoruz… Ve asla unutmayacağız, unutturmayacağız
inşallah!...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder