Gıda Güvenliğine Küresel Saldırı: [GDO’yla Amerika’yı Yeniden
Keşfetmenin Türkiye’de Yol Açacağı Belâlara Dâir Ciddi Uyarılar]
Çeviri: Emine Sonnur Özcan
Son on yılda, büyük şirketlerin hakim olduğu ana akım medya skandal raporlama
konusunda giderek uzmanlaştı. Ancak belirli tipteki skandallar dikkate alındı,
büyük şirketlerin çıkarlarına dokunmayan skandallar bunlar. tüm zamanların en
büyük skandalı olmaya aday bir skandal var ki çok az sayıda medyanın dikkatini
çekiyor: yiyeceklerimiz, çevremiz ve elimizdeki türlerimize çaktırmadan yapılan
genetik değişiklikler.
Bu skandaldan, en aşağılık şekliyle büyük şirket totalitarizmi kokusu geliyor.
Bu durum, genellikle batılı bürokratların alaya alarak üçüncü dünya ülkelerinde
atfettikleri yolsuzlukları da aşan düzenli yolsuzluk ve beceriksizlikleri
ortaya koymuştur. Gıdalarımız ve çevremizin genetik olarak dönüştürülmesinin,
önceden tahmin edilemeyen, geri dönüşü olmayan ve bu gezegen üzerindeki
türlerin tüm gelecek nesillere etkileyecek sonuçları olacaktır. Çeşitli
nedenlerden dolayı olsa da, büyük medya bu dönüşümle ilgili olarak bir araya
gelip sessiz kalmıştır.
Amerikalıların çoğu bunun farkında olmamasına rağmen, yediğimiz gıdaların %
60’ından daha fazlasının genetiği değiştirilmiş. Gıdaların bu hâle gelişi
sadece bir kaç yıl içerisinde gerçekleşti. Bugün, genetiği değiştirilmiş (GDO)
mısır, soya fasulyesi ve kanolaya; kahvaltılık tahıllardan mısır cipsine, alkolsüz içeceklere kadar
işlenmiş gıdaların pek çoğu eklendi.
Hatta taze sebzelerin dahi genetiği değiştirilmiştir.
Bilim adamlarının, bir organizmanın genlerini alıp başka bir organizmanın içine
yerleştirilmesiyle genetiği değiştirilmiş bitkiler oluşturulur. Tipik olarak,
genler, hayvanlar, bitkiler, böcekler, bakteriler veya virüslerden alınır ve
sonra geliştirilerek veya belli bir özelliği oluşturmak amacı ile bitkilere
yerleştirilir. Örneğin, bilim adamları, bir domatese, bir kutup balığının
anti-friz özelliklere sahip bir genini transfer etmişlerdir. Amaç domatesi
donmaya karşı daha dayanıklı hâle getirmek iken, gen transferi ile beklenmeyen
yan etkiler ortaya çıktı: domateslerde müşterilerin hoşlanmadıkları “metalik”
bir tad ortaya çıkmıştı ve üstelik hemen eziliyordu.
Yakın gelecekte gıda ve çevremize
yönelik daha da cesur değişiklikler
yapıldığını göreceksiniz. Yakında, farkında olmayan tüketiciler genetiği
değiştirilerek yarı zamanda, tam boyutuna büyütülmüş somonları satın alacaklar.
Bu yaz, genetiği değiştirilmiş böcekler ABD’ye salınmış olacak. Böceklerin ilk
topluluğunu takibini sağlayacak bir belirteçle modifiye edilmiştir. Daha sonra,
GM böcekler ile birleştiğinde, böcek zararlılarının yok edebilecek böceklerde
öldürücü özellikler geliştirilecek
GDO'lu ürünlerdeki son gelişmeler,
bilimsel ilerlemenin kaçınılmaz bir sonucu değildir. Aksine, GDO'lu ürünlerin, gıda
kaynaklarımız arasına sokulmasının sadece tek bir amacı var: bir avuç büyük çok
uluslu şirketin pay sahiplerinin kârlarını daha da artırmak (Büyük medyanın
iddia ettiğinin aksine bu amaç çoğunluğun çıkarlarına aykırıdır: Çünkü en
zengin %1 milli gelirden %42; en zengin %10, %80 alırken, dipteki fakir %80’in
milli gelirden aldığı pay %5’ten daha azdır).
En önemli tarımsal biyoteknoloji
şirketleri şunlar: Monsanto (şimdi Pharmacia’nın bir iştiraki), Syngenta
(AstraZeneca ve Novartis arasında yeni bir birleşme), Aventis, Dupont ve Dow.
Ve özellikle geleneksel tarımsal kimyasallar, pestisit ve herbisit olarak
uzmanlaşmış Bu şirketlerden özellikle zıraî kimyasallarda uzmanlaşmış olan Monsanto,
Dünya Bankası'nın yardımı ile, altmışlı ve yetmişli yıllarda dünyada yeşil
devrimin arkasındaki, itici güç oldu.
Yeşil devrim sırasında,
milyonlarca üçüncü dünya çiftçisinin, sürdürülebilir geleneksel tarım
uygulamasının yerini, büyük ölçekli, güçlü yatırımlı, kimyasal gübre ve zirai
ilaç etrafında oluşturulmuş endüstriyel tarım teknikleri aldı. Kimyasal tarım, gıda üretimini daha yüksek
verime ulaştırmakla sonuçlanmadı; dünyadaki açlığı azaltmak için çok az şey
yaptı ve refah eşitsizliğini daha da çok artırdı. Aslında, yeşil devrimin
etkisi, daha çok köylüleri arazilerinden, gereksiz işgücü olarak hizmet
edecekleri kalabalık şehirlere sürme yönünde olmuştur. Ayrıca, yeşil devrim, kimyasal
tarımın büyük yatırım ihtiyaçları nedeniyle, pek çok üçüncü dünya ülkesini
borçtan felç haline gelmiş bir hâle soktu. Bugün, giderek yeşil devrimin
yoksullar için bir felaket olduğu görülüyor. Bununla birlikte, zirai-kimyasal
şirketler, kimyasal satışları artırmaları ve üçüncü dünya ülkelerinin gıda
üretimi üzerindeki kontrollerini önemli ölçüde genişletmeleriyle büyük kârlar elde etmiştir.
Genetiği değiştirilmiş ürünlerin
aynı tarımsal biyoteknoloji şirketleri tarafından takdim edilmesi, yeşil
devrimin doğal bir sonucu olarak görülmelidir. Tarımsal biyoteknoloji
şirketleri için GDO'lu ürünlerde en önemli amaç, kimyasal satışlarını artırmak
ve ve tarım üzerindeki kontrolü daha da sağlamlaştırmaktır. Örneğin, Monsanto
tarafından satılan genetiği değiştirilmiş ürünlerin üçte ikisi, özellikle,
kendi kimyasal bitki öldürücüsü Roundup’a muhtaç şekilde tasarlanmıştır. Bu,
çiftçilerin bitkileri için daha fazla Roundup kullanmasını sağlayarak bitki
öldürücü satışlarını artırmıştır. GDO'lu ürünlerin bir diğer önemli özelliği de
tarımsal biyoteknoloji şirketlerinin fikri mülkiyet patentli olabilmesidir. Bu
durum, tarımsal biyoteknoloji şirketlerinin tohum kullanan çiftçiler üzerinde
benzeri görülmemiş bir kontrolüne neden olmaktadır. Çiftçiler, binlerce yıl boyunca, en iyi tohumlarını saklayarak yeniden
üretebildiler. Oysa bugün, Monsanto'nun genetiği değiştirilmiş tohumlarını
satın çiftçilerin, bu uygulamayı sürdürmeleri yasaktır ve onların her yıl yeni
tohum almaları gerekmektedir. Dahası, Kanada'da yeni bir mahkeme kararı ile ortaya
koyulduğu üzere, komşu çiftliklerden çapraz tozlaşma yoluyla, ekinlerine GDO türü
bulaşan çiftçiler Monsanto'ya hak bedelleri ödemek zorunda kalmışlardır.
Genetiği değiştirilmiş ürünler,
büyük tarımsal biyoteknoloji şirketlerinin özel çıkarlarına hizmet ederken, şu
anda tüketicilere hiçbir fayda sunmamakta ve bazı durumlarda çok önemli sağlık
ve çevre riskleri oluşturmaktadır. Monsanto, kurumsal iletişim müdürü Phil
Angell göre, "Monsanto biyoteknolojik
gıdaların güvenliğine tenezzül etmez."Bizim satış kârlarımız
yeterince yüksektir. Güvenliğini sağlanması ise FDA'nın işi dir." Ancak
FDA, GDO'lu ürünleri onaylamamıştır. Açıkçası, FDA böyle demiş olsa da , şirketleri
piyasa öncesi güvenlik testlerini gerçekleştirmeleri yolunda teşvik etmemiştir.
StarLink fiyaskosu gibi son
skandallara rağmen, Lax federal düzenlemeleri doksanlı yılların başlarından
beri yerinde saymaktadır. Dahası FDA, kitlesel halk haykırışları karşısında
bile, GDO'lu ürünlerin zorunlu etiketleme gerektirdiğini reddederek,
biyoteknoloji endüstrisinin yanında durmaya devam etmektedir.
Bu durum, aşırı kurumsal istismarın, münferit bir olay değil büyük resmin bir parçası
olduğunu göstermektedir. Yoksulluktan çevre kirliliği kontrolüne kadar dünyada sorunların çoğu, şirketler olarak
adlandırılan, büyük zalim ve sorumsuz özel kurumların eylemlerinden
kaynaklanmaktadır. GSYİH'nın neredeyse yarısı dünyanın en büyük çok uluslu
şirketlerindir. Sıkı hiyerarşik ve diktatoryal yapısı nedeniyle, bu monolitik şahsiyetlerin
eylemleri, gezegenimizin sâkinlerinin demokratik kontrolü dışındadır. Daha iyi
ve daha güvenli bir dünya için gerekli adım, tüm paydaşların ve demokratik
kurumların, karar verme sürecine katılımının sağlanmasıyla olabilir. Biyoteknoloji
gibi teknolojilerden insanlık için faydalı bir amaca hizmet etmesini, sadece
totaliter kişilerden temizlenmiş özgür bir toplumda, bekleyebilirsiniz.
Düzenleme efsânesi
ABD’deki federal düzenleyici
kurumlar, dünyadakiler arasında en katı olmakla ünlenmiştir. Oysa, genetiği
değiştirilmiş gıdalar ve hayvanlara ilişkin düzenlemelerine gelince, anılan hakikatten
bu kadar uzak olamazlar. Genetik yapısı değiştirilmiş organizmalar etrafındaki
gevşek düzenleme politikaları, ilk olarak Bush yönetimince geliştirildi ve
Clinton yönetiminin endüstrisi yanlıları tarafından devam ettirildi.
Seksenlerin sonları ve
doksanların başlarında, biyoteknoloji stokları düzenleyici kurumların yeni
teknolojilere yavaş onay oranları nedeniyle performansları beklentileri
ölçüsünde değildi. Bush yönetiminin, doğmakta olan biyoteknoloji endüstrisini
teşvik etme girişimleri ve düzenlemeleri benimsedi. Ardından 1992 yılında FDA,
GDO'lu ürünlerin geleneksel üreme teknikleri ile elde edilen ürünlere
"büyük ölçüde eşdeğer" olduğuna hükmetti. FDA’in 1992
"eşdeğerlilik" kararına, MIT ve Harvard Üniversitesi'nden pek çok
önde gelen biyolog profesörler ve FDA’in kendi içindeki bilim adamlarınca
itiraz edilmektedir. Örneğin, 1992 yılında, FDA'nın Mikrobiyoloji Grubundan Dr
Louis J. Pribyl, (açılan bir davada ortaya çıkan bir iç yazışmada) "geleneksel
ıslah ve genetik mühendisliği türlerinin öngörülen etkileri arasında derin bir
fark" olduğu yönünde uyarmıştır.
FDA’in "Eşdeğerlilik"
kararı uyarınca, GDO'lu ürünler piyasa öncesi herhangi bir zorunlu güvenlik
testini gerektirmemektedir. Tanınmış biyologlar, gıdalardaki genetik
değişikliklerin en azından "gıda katkı maddeleri" ile aynı güvenlik ve gerekli toksikolojik tüm
testlerden geçmesi gerektiğini savunuyorlar. Bu durum, bilinmeyen alerjenler,
yeni toksinler ve beslenme içerik değişiklikleri gibi şeyler için testleri gerektirecektir.
FDA, Biyo-teknoloji endüstrisinin lehine olsa da, bu temel testlerin zorunlu
hale getirilmesini reddetmeye devam
etmektedir.
FDA aynı zamanda GDO'lu ürünlerin
etiketlenerek tüketicilerin pazar yerinde seçim özgürlüğünün sağlanmasının da gerekli
olmadığını düşünmektedir. FDA’in kendisi tarafından yapılan bir kamuoyu
yoklaması ve diğerlerinin sonuçları, Amerikan halkının ezici bir çoğunlukla (%
70-90) GDO'lu ürünlerin etiketlenmesini istediğini göstermiştir. Bununla
birlikte, FDA bu ürünlerin etiketlenmemesine karar vererek, biyoteknoloji endüstrisinin dileğini dikkate
aldı. Doğal türevleri ile karıştırılan genetiği değiştirilmiş ürünlerin potansiyel
zararlı sağlık etkilerinin izlenmesi, yeni teknoloji ile ilgili imkansız
durmaktadır. Buna ek olarak genetiği değiştirilmiş organizmalar hakkında düzenleme
yapması beklenen FDA, USDA ve EPA gibi kurumlar, endüstri tarafından bozulmakta
ve rüşvet konusu olmaktadır.
Kendi böcek ilacını üretmek üzere
tasarlanmış GDO’lu mısır ve patateslerin ilaçları, başta böcek üzerinde yargı
yetkisine sahip ajans EPA tarafından incelenir. Bilim adamlarının, bakteri ve
virüslerden genleri aktarmalarının şartları, GDO'lu ürünlerin üzerinde yetki
iddiası olan USDA tarafından düzenlenir. Bazı durumlarda, hangi federal kurumun
yetkili olduğu açık değildir. Bilim adamlarının genetiği değiştirilmiş somonun,
ekosistemler üzerinde büyük hasara yol açacağı korkusu, muhtemelen FDA
tarafından düzenlenecektir. Çünkü, genetiği değiştirilmiş balığın ekstra büyümesine
neden olan hormon, bir ilaç olarak kabul edilmekte ve yargı konusu olmaktadır. Çevre
çalışmaları konusunda bir deneyim olmamasına rağmen, FDA, bu balık üzerindeki
yargı yetkisini, GDO’lu balık ve çevre arasındaki etkileşimi araştıran
çalışmalar yapılmalı, şeklinde kullanmıştır.
GDO ve Medya
Ana akım medyanın kalitesi,
hiçbir zaman çok iyi olmamasına rağmen, son birkaç yıl içinde önemli ölçüde
azalmıştır. Bu büyük oranda son
zamanlarda yer alan rekor düzeydeki medya konsolidasyonlarının sonucudur. Bugün
sekiz mega medya kuruluşlu, bütün medyanın yarıdan daha fazlasını kontrol
etmektedir. Bu şirketlerin her biri, gazete, dergi ve yayınevleri ile birlikte,
TV, kablolu yayın ve radyo istasyonlarından oluşan geniş bir diziyi kontrol
etmektedir. Medyanın, büyük şirketlerin bir iş kolu olarak, öncelikli bir yer
edinmesi giderek artmaktadır. Bu durum, profesyonel gazeteciliğin sıkıntıya
düşmesine sebep olmuştur (örneğin bkz Robert McChesney son kitabı "Rich
Media, Poor Democracy "). Maliyetlerden tasarruf için, gazeteci sayısı azaltılmış,
araştırmacı habercilikte masraflar önemli ölçüde kısılmış ya da toptan ortadan
kaldırılmıştır. Güçlü kişi ya da kurumların kapsamlı soruşturma raporları kâr
elde etmek için kötü addedilmiştir. Şu anda, büyük şirketlerin halkla ilişkiler
sektöründe, gazetecilere oranla daha fazla insan vardır. Sıkıştırılmış gazeteciler, kendilerine beslemek için, sık
sık halkla ilişkiler firmalarının önceden paketlenmiş haberlerine
başvurmaktadırlar.
Ancak büyük medya daima iş
dünyası yanlısı bir önyargı yaymak üzere tasarlanmıştır. Sık sık iddia edildiğinin
aksine, medya ve haberin tüketicileri, yani genel kamuoyu, medya şirketlerin
gerçek müşteriler değildir. Bunun yerine, onlar medya kuruluşları tarafından
reklamverenlere satılan bir üründür (örneğin bakınız, Manufacturing Consent by
E. Herman and N. Chomsky). En büyük reklamverenleri arasında, ilaç, kimya ve
biyoteknoloji endüstrisi bulunmaktadır. Müşterileri ile iyi bir çalışma
ilişkisi ve bu nedenle sağlıklı bir kâr marjı sağlamak için, büyük medya her zaman, en büyük
reklamverenlerini rahatsız etmemeye dikkat eder. Bu, onların haberlerinde yansıtılır.
Monsanto ve genel olarak biyoteknoloji endüstrisi şirketleri, müşterilerine
GDO'lu ürünlerle ilgili haberler vermede kendi nüfuzunu kullanırken oldukça
saldırgan davranmışlardır.
1997 yılında, Florida,
Tampa’de bulunan Fox ait TV
istasyonundaki iki araştırmacı gazeteci, Jane Akre ve Steve Wilson,
Monsanto'nun ineklerde süt üretimini artırmak için kullanılan genetiği
değiştirilmiş rekombinant sığır büyüme hormonu ile ilgili bir haber
hazırladılar. Hormon, Kanada ve Avrupa'da yasaklanmış olmasına rağmen, farkında
olmayan milyonlarca Amerikalının rBGH
tedavisi gören ineklerin sütünü içtiği ortaya koyuldu. Gazeteciler, bu durumun
insanlarda kanser etkisi yaratma riskini gösteren çalışmalardan da bahsettiler. rBGH’nin, süt
ineklerinin sağlığına da olumsuz etkileri olmasına rağmen; süt içen insanlar
üzerindeki etkilerini belirlemek için yeterli testlere tabi tutulmamış; bu
haliyle hayvan ilacı olarak hükümet tarafından onaylanmıştı.
Monsanto, haber-belgeselin
yayınlanmasından kısa bir süre önce haberin yeniden yazılmaması halinde Fox
ağına verdiği reklamları durdurma tehdidinde bulundu. Akre ve Wilson, 83 temize
çıkarma denemesinde başarısız görülünce sayfalar yakılarak yok edildi. Akre ve
Wilson’ın kendilerinin yazdıklarının reddettikleri, içinde pek çok yalan
barındıran belgeselin değiştirilmiş bir versiyonu Fox tarafından yayınlandı.
Akre ve Wilson, Fox’a karşı dava açtılar ve kazandılar. Jüri, Fox’a karşı Akre’yi,
neredeyse yarım milyon dolarla ödüllendirdi. Fox, şimdi karara itiraz ediyor.
Tehlikeler
Organizmalardaki genlerin nasıl çalıştığına ilişkin bilimsel algılama henüz
emekleme döneminde. Aslında, üniversitelerin biyoloji lisans programları bu
alanda yeni buluşları aktarmak için sürekli değişmekte, güncellenmektedir.
Ekoloji bilimsel alanda, diğer alanlara göre daha az gelişmiştir. Bu nedenle
besinlerimiz ve çevremizin içerisine bırakılan GDO'ların etkileri hakkında çok
az tahmin yapılabilir. Ancak, bizim cehaletimiz karşısında, bağımsız ya da
hükümet sponsorluğunda GDO'lu ürünlerin ve hayvanların risklerini araştıran
bilimsel çalışmalar yok denecek kadar az. Literatürde yayınlanan bile endüstri
sponsorluğunda yapılmış kıt ve yetersiz çalışmalar. Üstelik bunlar, düşük araştırma kaliteleri nedeniyle eleştirilmiştir.
Sınırlı bilimsel algılamaya rağmen, bilim adamlarının büyük bir kısmı, GDO'lu
ürünlerin, geleneksel ıslah yöntemlerine göre daha çok daha büyük riskler taşıdığına şaret etmişlerdir. Bilim
adamları genetik mühendisliğinin besinlerimiz için, daha önce yemeklerimizde hiç
bulunmamış, tanınmayan proteinler ürettiklerine dikkat çekiyor. Bu proteinler
yeni alerjenler, toksinler ve hastalıkların yanı sıra kanser ve salgın hastalıklar
için de yeni kaynaklar üretmektedir. (FDA, ABD'de çocukların yüzde sekizinin
gıda alerjilerinden muzdarip ve durumun gittikçe daha da kötüleşir olduğunu kabul
etmektedir). New England Journal of Medicine 1996 yılında, etiketsiz
genetiği değiştirilmiş gıdaların, “belirsiz, öngörülemez ve test edilemez"
oldukları yönünde uyarmıştır.
GDO'lu ürünlerin etkilerini, sanayinin desteklemediği halde bağımsız olarak
araştıran ilk çalışma, 1998 yılında İskoçya'daki Rowett Araştırma Enstitüsü'ndeki
bir bilim adamı, Arpad Pusztai tarafından yapıldı. O, genetiği değiştirilmiş
ürünlerin memeliler üzerindeki etkilerini araştırmaktaydı. Pusztai yaptığı
çalışmada sıçanları, içerisinde bitki zararlılarına direnç geliştiren bir
protein bulunan genetik lektinli patatesle besledi. Aynı zamanda, kontrol grubu
sıçanlarını da genetiği değiştirilmemiş patates ve lektinle besledi. Pusztai
deney sonunda, GDO'lu patatesle beslenen farelerde, iç organ hasarı, beyin
gelişiminde yavaşlama ve sindirim sistemi organlarında kalınlaşma tespit
ederken, doğal patates ve lektinle
beslenenlerin normal olduklarını keşfetti. Bu araştırmanın sonucu, sadece, yabancı
gen aktarılan yiyeceklerin organ hasarına sebep olması bakımından değil,
genetik mühendisliği sürecinin kendisinin hasara neden olan yan etkileri
olduğunu ortaya çıkardığı için de önemlidir.
Pusztai araştırmadan sonra, ön bulguları paylaşmak için İngiliz televizyonuna
çıktı. Bu sonuçların açıklanması, İngiltere'de GDO’lu gıdalara karşı kamu itirazı
yarattı. Araştırmanın yapıldığı Rowett Enstitüsü’nün müdürü, Pusztai’nin
araştırmasının varlığını inkar eden bir cevap verdi. Arkasından Pusztai’nin
araştırmasını yok etti; ayrıca enstitüdeki benzer araştırma projelerini de
yürürlükten kaldırdı.
Monsanto’nun, Rowett Pusztai televizyona çıkmadan önce enstitüye 224.000 $
araştırma bursu verdiği ortaya çıktı. Pusztai’nin araştırmasınının varlığını
İngiliz tıp dergisi Lancet’te yayınlanan
hakemli bir makalenin varlığı ispatlamıştır. O tarihten sonra, 24
uluslararası uzmanın Pusztai’nin verilerinin kaliteli ve ileri araştırmalar
için bir temel olarak hizmet etmesi gerektiğini ilan ettiler. Bununla birlikte,
"Genetiği Değiştirilmiş Gıda, Tüketiciler İçin Bir Self-Savunma
Kılavuzu" kitabının yazarı Ben Lilliston’a göre, ABD veya İngiltere'de, GDO’lu
gıdaların memelilere etkilerini araştıran çalışmalar, bağımsız ya da hükümet
sponsorluğunda yapılmamaktadır.
GDO'lu ürünlerin çevre için önemli tehlikeler oluşturması, gıda arzımızı da
tehlikeye sokabileceğine kanıt oluşturmaktadır. Örneğin, özellikle ot
zararlılarına dayanacak şekilde tasarlanmış GDO'lu ürünlerin, çapraz tozlaşma
yoluyla dirençlerinin yabancı otlara da geçebileceği keşfedildi. Bu tür
"süper yabani otların" yaygınlaşması, modern ot zararlılarıyla
mücadelenin etkinliğini yok edecektir.
Çiftçilerin Kontratla Bağlanması
Monsanto, fikri mülkiyetini güçlendirmek için, Stalin ve Latin Amerikalı diktatörlerin
sindirme uygulamalarına başvurarak, standart teknikler geliştirmiştir. Monsanto
tohumlarını satın alan çiftçilerin, tohum saklamayacakları ve tohumları satın
aldıktan sonraki üç yıllık sürede Monsanto’nun bitkilerinden örnek alma hakkını
veren vereceklerini taahhüt eden "Teknoloji Kullanım Sözleşmesi"ni
imzalamaları gerekmektedir. Monsanto’nun, önceki yıl içinde kendisinden tohum
satın alan çiftçilerin bitkileri üzerinde rasgele DNA testleri yapma hakkı da
vardır. Monsanto, bu haklarını takip için, tam zamanlı Pinkerton dedektifleri
ve emekli Kanada Atlı Polislerini işe aldı.
1999’da Washington Post’ta yayınlanan bir makaleye göre, Monsanto ücretsiz bir
telefon hattı kurararak “bahşiş hattı”
oluşturdu. Böylece tohum sakladığından şüphelenilen çiftçileri yakalattı. Dahası, hasat sezonunda, Monsanto, görünürde,
"eğitim" amacıyla kurulmuş radyosundan tohum saklarken yakalanan
çiftçilerin isimlerini listeleyerek verdi. Sonra tasarruf 35.000 $ ödeyerek
şirketin Monsanto ile yerleşmiş tohumlar, ve başvuran bir çiftçi, "şirket
eleştiren onu yasakladığı bir anlaşma imzalayarak" ilk değişiklik
haklarının bir parçası teslim oldu. Tohum sakladığını itiraf eden bir çiftçi,
Monsanto’yla anlaşmaya vararak 35.000 $ ödeme ve “şirketi eleştirmeyi
yasaklayan bir anlaşma imzalamaya” razı oldu.
Monsanto tohum saklayan çiftçilere ABD ve Kanada'da binlerce dava açtı ya da
tehdit etti. Monsanto kendisiyle asla kontrat yapmayan çiftçileri de
topraklarından sürdürmüştür.
Monsanto Kanada’da mart ayının
sonlarına doğru (2001), Percy Schmeiser adlı 70 yaşındaki, beşinci nesil
çiftçiye karşı emsal bir davayı kazandı. Çünkü 1998 yılında, Monsanto,
Schmeiser’ın kanola bitkisini incelemiş ve patentli ot zararlısına karşı
dirençli varyant testi pozitif bulunmuştu. Esasen Schmeiser, Monsanto’dan tohum
satın almamış, uzun yıllar boyunca kendi tohumunu ekmişti. Buna rağmen, komşu
çiftlikteki GDO’lu kanolalar tozlaşmayla kendi ekinine bulaşmıştı. Bundan
ekinlerinin zarar gördüğünü ileri süren çiftçi mahkemeye gitti. Washington Post’ta
yazılan makaleye (30 Mart) göre mahkeme, kasıtlı olarak GDO’lu kanola ekmemiş
olsa dahi zarardan Schmeiser’ı yükümlü tutmuştur. Çünkü yürürlükteki kanun,
çiftçilerin, komşu çiftlikteki GDO’lu ekinlerden etkilenmeleri halinde patentli
ürünlere karşı patent hakkı ödemelerini düzenlemektedir.
Döner kapı
Diyelim ki FDA tütünü bir ilaç olarak ortaya koydu. FDA’de
bir süre çalışıp sonra eski tütün şirketlerine dönen yüksek düzeydeki bilim
adamları, yöneticiler ve tütün sanayi lobicilerinin işlerini hakkıyla
yaptıklarına inanır mısınız? Thistle
(dergisi) inanmayacaktır. Ancak, iş dünyasıyla federal düzenleyici kurumlar, yanı
sıra federal düzenleyici kurumlar arasındaki bu döner kapı vardır, gelişmektedir
ve özellikle yağlanmaktadır. İşte birkaç
örnek:
GDO'lu ürünlerle ilgili onay ve etiketleme politikasının
kritik döneminde FDA’de üst karar verici mercilerden biri Michael Taylor’dı.
Kendisinin hukuk bürosu daha önce önemli müşterileri olarak Monsanto ve onun
iştiraki Searle King & Spaulding ile çalıştı. O, FDA ayrıldıktan sonra bir
kez daha King & Spaulding çalışmak için geri döndü. Şimdilerde o, Monsanto
Şirketinin, Washington DC ofisinin başındadır.
Clinton yönetimi sırasında FDA’de, Monsanto'nun genetiği değiştirilmiş
rekombinant Bovine Büyüme Hormonu (rBGH) onaylanmıştır. Onaylayanlar arasında FDA’deki
üst düzey bilim insanlarından, önceden Monsanto'nun araştırmacısı olarak
çalışmış Susan Sechen ve Margaret Miller de vardır. FDA tartışmalı büyüme
hormonunu onaylamıştır. Bu hormon kanser riskini artırdığına inanıldığı için Avrupa
ve Kanada'da yasaklıdır.
Michael (Mickey) Kantor: ABD Ticaret Bakanlığı eski
sekreteri ve eski ABD ticarî temsilcisi; hâlen Monsanto Şirketi yönetim kurulu
üyesidir..
William D. Ruckelshaus: EPA eski baş yöneticisi, Monsanto
Şirketi yönetim kurulu üyesi.
Lidia Watrud: Monsanto'nun eski mikrobiyal biyoteknoloji
araştırmacısı; hâlen, EPA çevresel etkiler laboratuarında çalışıyor.
Monsanto ve yeni Bush yönetimi arasındaki bağlantılar çok daha
sağlamdır. Baba Bush bir Monsanto avukatı olan Clarence Thomas’ı, Yargıtay'a
atadı. Thomas, oğul Bush’un başkan seçilmesinde önemli bir rol oynadı. John Ashcroft, şimdiki
başsavcı, ABD Senatosuna yeniden seçilmek için çalışırken Monsanto’nun en iyi
müşterisiydi. Donald Rumsfeld, şimdiki savunma
sekreteri, şimdi Monsanto’ya ait olan Searle İlaç’ın başkanıydı. Tommy
Thompson, Sağlık ve İnsan Hizmetleri sekreteri, Wisconsin’da 37 milyon dolarlık
bir biyoteknoloji bölgesi kurmakla biyoteknoloji endüstrisine yardımcı oldu. O,
bunun karşılığında seçim kampanyası için biyoteknoloji sektöründen 50.000 dolar
aldı. Şimdiki Tarım Bakanlığı sekreteri Ann Veneman, Monsanto’ya bağlı Calgene
İlaç’ın yönetim kurulundaydı. Yakınlarda, Linda J. Fisher, eski bir Monsanto
yetkilisi, EPA ikinci başkanlığına Bush tarafından aday gösterildi. O, 1995 –
2000 arasında, Monsanto'nun Washington temsilcisiydi ve genetiği değiştirilmiş
gıda direnç şirketin stratejisini koordine ediyordu.
Starlink Skandalı
GDO'lu ürünlerle ilgili mevcut düzenleyici politika
yetersizliği son StarLink felaketiyle de ortaya çıkmıştır. 2000 yılı Eylül
ayında, çevre ve gıda güvenliği gruplarının bir koalisyonu bağımsız bir
laboratuar olarak bilinen GEAlert’e, GDO’lu mısır kontaminasyonlarını için test
etmek için Taco Bell taco cips örneklerini gönderdi. Bu testler tacos’un
StarLink adında bir genetiği değiştirilmiş mısır içerdiğini gösterdi. Bu içerik
insanlarda alerjiye neden olduğu bilinen bir böcek öldürücü bir protein
nedeniyle sadece hayvan yemi kullanımı için onaylanmıştır. Starlink, Aventis
şirketi tarafından yaratılmıştır. Kısa bir süre sonra, Safeway marka taco cipslerinin
Starlink ile kontamine olduğu ortaya çıktı. Kasım ayına gelindiğinde, FDA,
300'den fazla ürün zikretti. Aynı zamanda, 55.000 ton ABD mısırı Starlink pozitif
testi sonucu nedeniyle Japonya
tarafından geri gönderildi.
Kusurlu
mısır ürünlerinin hızlı bir şekilde hatırlatılıyor olmasına rağmen, 44 kişi
Starlink ile kontamine gıdalar yedikten sonra hasta olduklarını iddia etti.
Döküntü, ishal, kusma, kaşıntı ve hayatı tehdit eden anafilaktik şok yaşamışlardı.
13 kişi tedavi için doktora gitti. İkisi ise mısır cipsi ve unu yedikten sonra
acile gitme ihtiyacı duydu.
Starlink fiyaskosu Aventis, Kraft, Safeway, Shaw ve
diğerleri için da birkaç yüz milyon dolar kayıplara yol açmıştır. Vergi
mükellefleri bile tasarının parçası zemine. Starlink ile kontamine edilmiş mısır
tohumları bulunduran neredeyse 80 tohum şirketi keşfedildi. USDA, Kontamine
olmuş bu tohumların ekimini önlemek için, 20 milyon dolarlık bir maliyetle
satın alma yoluna gitti.
ABD'nin önde gelen organik sertifikacısı Farm
Verified Organic’ten David Gould'un belirttiğine göre,
"İncelemelerimiz, 2000 yılı hasadından bu yana hemen hemen tüm Amerika
Birleşik devletlerindeki mısır tohumlarının genetiği en az bir ve genellikle
daha fazla GDO ile kontamine olduğuna inanmak zorunda bırakmıştır. Hatta birçok
organik mısırda dahi biyoteknolojik çeşitlerin izleri bulunmaktadır."
Wall Street Journal'da 5 Nisan’da yayınlanmış bir
makalenin belirttiği üzere; bu endüstriyel yayılım eğilimiyle, önde gelen
ABD'li doğal gıda markalarındaki "GDO bulunmaz" etiketlerinin,
aslında önemli miktarda GDO’lu maddeler ile kontamine olmuş pek çok içerik
demek olduğu, sadece saf bir aptal için sürpriz olacaktır.
Massachusetts Institute of
Technology’nin Dergisi The Thistle’deki, “Continuing the Green
Revolution:
The corporate assault on the security of the global food supply” başlığıyla yayınlanmış makalenin çevirisidir. Cilt
13, Sayı 4, Haziran/Temmuz 2001 http://www.mit.edu/~thistle/v13/4/food.html#top