15 Kasım 2011 Salı

Harezm ve Mâveraünnehir İllerinde Sekiz Gün: Taşkent (Şâş)


Sabah erkenden yola çıktık. Semerkand-Taşkent arası karayoluyla 3-4 saat civarında bir sürede katedilebiliyor. Yolun iki yanındaki çok düz ve çok geniş tarlalarda pamuk başta olmak üzere, havuç, patates, ay çiçeği ekiliydi. Taşkent yakınında çok güzel bir lokantada yemeğimizi yedikten sonra ikindi vaktinde Taşkent’e vardık.  Bir akrabamın söylediği gibi Taşkent tam bir sonbahar şehriydi! Geniş bulvarlarının kenarlarında ve pek çok parkında bulunan kocaman ağaçlarının sarı, altın rengi, ve kızıla bürünmüş tonları görülmeye değer güzellikteydi. Rehberimiz, ertesi sabah gelecekti akşam inesiye kadar sahip olduğumuz bir iki saatte şoförümüz Tolmas bizi şehrin merkezindeki Çarşı’ya götürüp gezdirdi. Sonra Tolmas’la vedalaştık; çünkü onun görevi bizi Taşkent’teki otelimize bırakmakla sona eriyordu.  Taşkent’teki şoförümüz bir başkası olacaktı. Tolmas’ın nezaketi, güleryüzü ve yardımseverliğini hiç birimiz unutamayız…

Geceyarısına doğru beklenmedik bir şey oldu: kar yağdı! Sabah kalktığımızda her yer bembeyazdı. Doğrusu manzara harikaydı! Taşkent’teki rehberimiz Anjelika bizi otelden aldı. Anjelika Taşkent’e normal şartlarda pek kar yağmadığını; kış boyunca bir-iki kez ve çok az yağdığını söyledi. Hava çok çok soğuktu. Ama bizim keyfimiz yerindeydi…

Anjelika’nın babası Yunanlı annesi ise Kazan Tatarı’ymış. Türkçe’yi  Türk lisesinde öğrenmiş. Üniversitede ise Mâliye Müfettiş okumuş; ama profesyonel rehberliği tercih etmiş. Anjelika vurgusuyla, telaffuzuyla acayip güzel Türkçe konuşuyordu. Aşağıdaki fotoğraflar Taşkent sokakları, parklarından...





Gezimize Bağımsızlık Meydanı’ndan başladık. Ardından Hazreti İmam denilen tarihi eserler topluluğuna gittik. Burası Taşkent’in ilk Müslüman hocalarından olan Kaffâl Şâşî’nin (X. yy) türbesinin, Barakhan Medresesi’nin (XVI. yy) ve Tilyaşeyh Mescidi (XIX. yy); ayrıca içerisinde Hz. Osman  zamanında yazılan Kur’an’ın da bulunduğu müze ve diğerleri yer almakta. 
 


 
Üstte solda kompleksin uzaktan genel görünümü ve sağda ve altta Kâffal Şâşî Türbesi. Ve, diğer eserlere doğru yönelirken…
Hazreti İmâm’dan sonra Tarih Müzesi’ni ve Emir Timur Müzesi’ni gezdik. Paleolitik dönemden modern döneme tarihi eserler barındıran Tarih Müzesi’ni çok beğendim. Özbekler, Timur için muhteşem bir müze yapmışlar. Özellikle duvarlara çizilen minyatürler harika görünüyordu.



            Sıra öğle yemeğine gelmişti. Rehberimiz Anjelika bizi tam istediğimiz tarzda bir halk lokantasına götürdü. İnanılmaz kalabalık bir yerdi. Bir taraftan da festival alanını çağrıştırıyordu. Kocaman kazanlarla çorbalar, etler, dolmalar kaynatılıyor. At eti suyunda pişirilmiş hamurlardan erişteler kesiliyordu.



Güzel bir öğle yemeğinin ardından gezimizi şehrin merkezindeki Kökeldaş Medresesini dışarıdan görerek ve bugün elişi Barak Han Medresesi’ni (ikisi de XVI. yy) gezerek sürdürdük.  Hive’de gördüğümüz ahşap oyma işçiliğinin daha da gelişmiş halini buradaki atölyelerde gördük.  Aşağıda solda görülen Kökeldaş Medresesi’nde hâlen dinî eğitim veriliyormuş. Sağdaki Barakhan Medresesi. 




Barakhan Medresesi’nde ahşap oyma yapan bir genç.

Tüm bu güzel yerleri gezip, alışverişler yapmamızla akşam karanlığı inmişti.  Şimdi sıra meşhur Taşkent Metrosu’nu görmeye gelmişti. Biletimizi aldık, metroya indik. Pek çok durakta inip birbirinden güzel istasyonları gezdik. Gerçekten de çok güzel, pırıl pırıl bir yapıydı. SSCB döneminde yapılmış, bağımsızlıktan sonra küçük siyâsî rotüşlar görmüştü. Metroda fotoğraf çekmek yasaktı (ülkemizde de yasakmış); ama sizin için bir iki kare çekmeye çalışmadım değil! İşte şunlar:




Böylece Taşkent gezimizin ve dolayısıyla bütün gezinin sonuna gelmiştik. İnanılır gibi değildi; evden daha dün ayrılmış gibiydim... 8-9 gün, nasıl da çabuk geçmişti! 

Gördüklerimiz ve göremediğimiz dahil olmak üzere Orta Asya'nın muhteşem eski şehirlerinin herkesçe gidip görülmesini tüm kalbimle tavsiye ediyorum... Özbekistan’ın dört ayrı şehrinde üç hanım, hiçbir şekilde en ufak bir güvenlik sorunu yaşamadık. İnsanlar çok görgülü ve nazikler. Erkekler çok çok edepliler; bırakın rahatsız etmeyi kimse dönüp bakmıyor bile! Eğer bir yardım isterseniz, tüm samimiyetleriyle yanınızda oluyorlar. Diğer yandan, turizm henüz yeterince "profesyonelleşmediğinden" olacak, garip bir şekilde, kimse sizi kazıklamaya falan çalışmıyor!... Kısacası, her şey gayet düzgün işliyor; en azından bir yabancı için öyle… Gerçi şu tespiti de yapmam lazım: genç, yaşlı herkes çok mutlu görünüyordu; evet parasızlar, ama mutlular!.. Fransa, Belçika ve Hollanda'da araba kiralayıp gezmiş, bir bu kadar süreli gezi de oralarda yapmış biri olarak derim ki: sınırlı, sorumlu ve duyarlı bir insan olmak adına ne varsa doğu'da var!...

            Son olarak, Türkiye ile Özbekistan arasındaki siyasî karakedi nedir, tam olark çözemedim; ama  hükümetimizin onca ülkeden vizesiz giriş izni almasına ve bizim Özbekistan’dan vize istemememize rağmen Özbekistan’ın Türkiye’ye vize uygulaması bile tek başına önemli bir gösterge… Oysa şöyle bir bakınca Özbekistan’ın nasıl büyük bir dış pazar olduğunu fark ediyorsunuz. Belki yüzün üzerinde ihracat kalemi sayılabilir. Ne oldu da bağımsızlık sonrasında kurulan o güzel ilişkiler limonîleşti? 18 adet Türk okulu neden kapatıldı? Rehberlerimizden okullarda okumuş olanlarıyla konuştum; hiçbir dinî baskı görmediklerini söylediler. Demek ki daha derin sorunlar yaşanmış, yaşanıyor… Rus etkisi elbette çok önemli ve de anlaşılabilir bir durum. Nitekim Kerimov, bazı arayışlardan sonra yüzünü Rusya’ya çevirmekte karar kılmış görünüyor. Ancak, Özbekistan’la karşılıklı ticari faaliyetler konusunda Rusya’yla herhangi bir sorun yaşadığımızı sanmıyorum. Bence bu konu Rusya’yla da ilgili olma ihtimalinin yanında büyük ölçüde iki ülkenin özgür siyasî tercihleriyle şekilleniyor… Söyleyecek sözü olanları dinlemek isterim doğrusu…

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Bloğunuzdaki bilgileri ekibimizce cok beğeniyoruz ve arkadaşlarımızada tavsiye ediyoruz. sorunlarınız için sizide Ucuz laptop sayfamıza bekliyoruz.