Sabah
erkenden yola çıktık. Semerkand-Taşkent arası karayoluyla 3-4 saat civarında bir
sürede katedilebiliyor. Yolun iki yanındaki çok düz ve çok geniş tarlalarda
pamuk başta olmak üzere, havuç, patates, ay çiçeği ekiliydi. Taşkent yakınında
çok güzel bir lokantada yemeğimizi yedikten sonra ikindi vaktinde Taşkent’e
vardık. Bir akrabamın söylediği gibi
Taşkent tam bir sonbahar şehriydi! Geniş bulvarlarının kenarlarında ve pek çok
parkında bulunan kocaman ağaçlarının sarı, altın rengi, ve kızıla bürünmüş
tonları görülmeye değer güzellikteydi. Rehberimiz, ertesi sabah gelecekti akşam
inesiye kadar sahip olduğumuz bir iki saatte şoförümüz Tolmas bizi şehrin
merkezindeki Çarşı’ya götürüp gezdirdi. Sonra Tolmas’la vedalaştık; çünkü onun
görevi bizi Taşkent’teki otelimize bırakmakla sona eriyordu. Taşkent’teki şoförümüz bir başkası olacaktı.
Tolmas’ın nezaketi, güleryüzü ve yardımseverliğini hiç birimiz unutamayız…
Geceyarısına doğru beklenmedik bir şey oldu: kar yağdı! Sabah
kalktığımızda her yer bembeyazdı. Doğrusu manzara harikaydı! Taşkent’teki
rehberimiz Anjelika bizi otelden aldı. Anjelika Taşkent’e normal şartlarda pek
kar yağmadığını; kış boyunca bir-iki kez ve çok az yağdığını söyledi. Hava çok
çok soğuktu. Ama bizim keyfimiz yerindeydi…
Anjelika’nın babası Yunanlı annesi ise Kazan Tatarı’ymış.
Türkçe’yi Türk lisesinde öğrenmiş.
Üniversitede ise Mâliye Müfettiş
okumuş; ama profesyonel rehberliği tercih etmiş. Anjelika vurgusuyla,
telaffuzuyla acayip güzel Türkçe konuşuyordu. Aşağıdaki fotoğraflar Taşkent sokakları, parklarından...
Gezimize Bağımsızlık
Meydanı’ndan başladık. Ardından Hazreti İmam denilen tarihi eserler topluluğuna
gittik. Burası Taşkent’in ilk Müslüman hocalarından olan Kaffâl Şâşî’nin (X.
yy) türbesinin, Barakhan Medresesi’nin (XVI. yy) ve Tilyaşeyh Mescidi (XIX. yy);
ayrıca içerisinde Hz. Osman zamanında
yazılan Kur’an’ın da bulunduğu müze ve diğerleri yer almakta.
Üstte solda kompleksin uzaktan
genel görünümü ve sağda ve altta Kâffal Şâşî Türbesi. Ve, diğer eserlere doğru
yönelirken…
Hazreti İmâm’dan sonra Tarih
Müzesi’ni ve Emir Timur Müzesi’ni gezdik. Paleolitik dönemden modern döneme
tarihi eserler barındıran Tarih Müzesi’ni çok beğendim. Özbekler, Timur için
muhteşem bir müze yapmışlar. Özellikle duvarlara çizilen minyatürler harika
görünüyordu.
Sıra
öğle yemeğine gelmişti. Rehberimiz Anjelika bizi tam istediğimiz tarzda bir
halk lokantasına götürdü. İnanılmaz kalabalık bir yerdi. Bir taraftan da
festival alanını çağrıştırıyordu. Kocaman kazanlarla çorbalar, etler, dolmalar
kaynatılıyor. At eti suyunda pişirilmiş hamurlardan erişteler kesiliyordu.
Güzel bir öğle yemeğinin ardından
gezimizi şehrin merkezindeki Kökeldaş Medresesini dışarıdan görerek ve bugün
elişi Barak Han Medresesi’ni (ikisi de XVI. yy) gezerek sürdürdük. Hive’de gördüğümüz ahşap oyma işçiliğinin daha
da gelişmiş halini buradaki atölyelerde gördük.
Aşağıda solda görülen Kökeldaş Medresesi’nde hâlen dinî eğitim
veriliyormuş. Sağdaki Barakhan Medresesi.
Barakhan Medresesi’nde ahşap oyma yapan bir genç.
Tüm bu güzel
yerleri gezip, alışverişler yapmamızla akşam karanlığı inmişti. Şimdi sıra meşhur Taşkent Metrosu’nu görmeye
gelmişti. Biletimizi aldık, metroya indik. Pek çok durakta inip birbirinden
güzel istasyonları gezdik. Gerçekten de çok güzel, pırıl pırıl bir yapıydı.
SSCB döneminde yapılmış, bağımsızlıktan sonra küçük siyâsî rotüşlar görmüştü. Metroda
fotoğraf çekmek yasaktı (ülkemizde de yasakmış); ama sizin için bir iki kare
çekmeye çalışmadım değil! İşte şunlar:
Böylece Taşkent gezimizin ve dolayısıyla
bütün gezinin sonuna gelmiştik. İnanılır gibi değildi; evden daha dün ayrılmış
gibiydim... 8-9 gün, nasıl da çabuk geçmişti!
Gördüklerimiz ve göremediğimiz dahil olmak üzere Orta Asya'nın muhteşem eski şehirlerinin herkesçe gidip görülmesini tüm kalbimle tavsiye
ediyorum... Özbekistan’ın dört ayrı şehrinde üç hanım, hiçbir şekilde en ufak bir
güvenlik sorunu yaşamadık. İnsanlar çok görgülü ve nazikler. Erkekler çok
çok edepliler; bırakın rahatsız etmeyi kimse dönüp bakmıyor bile! Eğer bir yardım isterseniz, tüm samimiyetleriyle yanınızda oluyorlar. Diğer yandan, turizm henüz
yeterince "profesyonelleşmediğinden" olacak, garip bir şekilde, kimse sizi kazıklamaya falan
çalışmıyor!... Kısacası, her şey gayet düzgün işliyor; en azından bir yabancı için öyle… Gerçi şu tespiti de yapmam lazım: genç, yaşlı herkes çok mutlu görünüyordu; evet parasızlar, ama mutlular!.. Fransa, Belçika ve Hollanda'da araba kiralayıp gezmiş, bir bu kadar süreli gezi de oralarda yapmış biri olarak derim ki: sınırlı, sorumlu ve duyarlı bir insan olmak adına ne varsa doğu'da var!...
Son
olarak, Türkiye ile Özbekistan arasındaki siyasî karakedi nedir, tam olark
çözemedim; ama hükümetimizin onca ülkeden
vizesiz giriş izni almasına ve bizim Özbekistan’dan vize istemememize rağmen
Özbekistan’ın Türkiye’ye vize uygulaması bile tek başına önemli bir gösterge…
Oysa şöyle bir bakınca Özbekistan’ın nasıl büyük bir dış pazar olduğunu fark
ediyorsunuz. Belki yüzün üzerinde ihracat kalemi sayılabilir. Ne oldu da bağımsızlık
sonrasında kurulan o güzel ilişkiler limonîleşti? 18 adet Türk okulu neden
kapatıldı? Rehberlerimizden okullarda okumuş olanlarıyla konuştum; hiçbir dinî
baskı görmediklerini söylediler. Demek ki daha derin sorunlar yaşanmış,
yaşanıyor… Rus etkisi elbette çok önemli ve de anlaşılabilir bir durum. Nitekim
Kerimov, bazı arayışlardan sonra yüzünü Rusya’ya çevirmekte karar kılmış
görünüyor. Ancak, Özbekistan’la karşılıklı ticari faaliyetler konusunda Rusya’yla
herhangi bir sorun yaşadığımızı sanmıyorum. Bence bu konu Rusya’yla da ilgili
olma ihtimalinin yanında büyük ölçüde iki ülkenin özgür siyasî tercihleriyle
şekilleniyor… Söyleyecek sözü olanları dinlemek isterim doğrusu…
1 yorum:
Bloğunuzdaki bilgileri ekibimizce cok beğeniyoruz ve arkadaşlarımızada tavsiye ediyoruz. sorunlarınız için sizide Ucuz laptop sayfamıza bekliyoruz.
Yorum Gönder