15 Kasım 2011 Salı


Harezm ve Mâveraünnehir İllerinde Sekiz Gün: Semerkand (Afrosiyâb)


Öncelikle Semerkand’ın bir Timur Hânedanlığı şehri olduğunu söylemeliyim. Esasen Timur, Şehrisabz’da doğmuş. Hânlığın en güçlü emîri olunca hocasına Şehrisabz’ı pâyitaht yapma isteğini danışmış. Hocası ona daha pek çok sultanlığın başkentliğini yapan Semerkand’ı önerince, Timur onun sözünü dinlemiş ve Semerkand’ı âdeta yeniden inşâ etmiş. Diğer yandan Semerkand, modern bir şehir olarak, caddeleri, binalarıyla Buhârâ’ya nazaran daha düzenli ve ferah bir şehir.

Sabah dokuz gibi, aşağıda görülen Emir Timur Türbesi’nde (Gur Emîr) Semerkand rehberimiz Bâbür’le buluştuk. Bâbür, Türk okulunda okumadığı halde çok iyi Türkçe konuşuyordu. Esasen Tarih okumuş ve İngilizce Turist rehberliği yapıyormuş. Türklerin Barlas soyuna (Timur’un kabilesi) mensup olduğunu söyleyen Bâbür, Türkçe’yi Türkleri gezdirirken öğrendiğini söyledi.


 
Türbe esasen Timur tarafından genç yaşta ölen çok sevdiği torunu Muhammed için yaptırılmış. Türbenin içerisinde hocasının, torunu Uluğ Bey’in ve diğer Timurlu büyüklerin kabirleri bulunuyor. Emir Timur’un ve diğer aile üyelerinin naaşları Sovyetler döneminde (II. Dünya Savaşı yıllarında) gömüldüğü yerden çıkartılıp Moskova’ya götürülmüş. İskeletler üzerinde araştırmalar yapılmış. Timur Han 1.73 cm boyundaymış. Bir bacağı diğerinden 5 cm. kısa ve saçları sarıymış. Ancak kabrin açılmasının lânet getireceği inancını doğrular bir şekilde bir-iki gün sonra Sovyetler, Nazi ordularının işgaline uğramış. Bir yıl kadar sonra  naaşlar tekrar yerine koyulmuş. Aşağıda resimlediğim gibi, türbenin baş kösesinde ve en gösterişli kabir Timur’un hocasına ait. Timur’un sandukası ise aşağıdaki fotoğrafta siyah renkli olan. 

                                               

Aşağıda görülen muhteşem bölgenin adı Registan Meydanı (Kumlu yer). Semerkand değişik hükümdarlarca değişik asırlarda dikilen bu medreseler kompleksiyle âdetâ bütünleşmiş durumda.


Karşıda görülen medresenin adı Uluğ Bey Medresesi. XV. Yüzyıl başlarında Uluğ Bey tarafından yaptırılmış. Soldaki Medrese, Tilla Kârî ve sağdaki Şer-Dor Medresesi XVII. yüzyılda Semerkand emirliğinde bulunan Yalangduş Bahadır tarafından beş yıl arayla yaptırılmış. 

 
Timur’un torunu matematikçi ve astronom Uluğ Bey’in yaptırdığı büyük medresede (yukarıda) dönemin büyük âlimleri ders vermiş. Bizlerin de âşina olduğu Kadızâde ve Ali Kuşçu bunlardan en ünlüleri. Medresenin hücreleri bugün hediyelik eşya dükkanı olarak kullanılıyor. Aşağıdaki fotoğraflar diğer iki medresede çekildi.


 
Registan Meydanı’nda çok daha fazla zaman geçirmek; kafamda hiçbir telaş olmaksızın sâkin bir ruhla günün ve gecenin her vaktini yaşamak isterdim. Ancak öylesine sayılı ve acele günler içerisinde, hayâlini dahi hakkınca kuramadım desem, yeridir… Registan’dan sonra Rehberimiz Bâbür bizi Semerkand’ın çok zevkli ve güzelce imar edilmiş geniş bulvarlarından geçirip bir başka muhteşem meydana, oradaki olağanüstü eserleri görmeye götürdü.

 
Yukarıda görülen yapılar, Emir Timur’un eşi Bibi Hatun için yaptırdığı külliye. Bibi Hanım, Cengiz soyundan gelen biri olduğu için sade bir Türk kabilesine mensup olan Timur’u emirlik statüsüne taşımış. Bunun da ötesinde son derece akıllı bir hanımmış. Timur eşleri arasında en çok onu sever ve sık sık akıl danışırmış.  Aşağıda, kompleksin karşısından çektiğim fotoğraf, Timur’un sevgili eşi için yaptırdığı muhteşem eserleri daha iyi gösteriyor.


 
Bibi Hanım külliyesi ve türbesini gördükten sonra yakınındaki Semerkand pazar yerine gittik. Pazar yerinde dolaşırken insanlarla sohbet ettik. Hive ve Buhârâ’da olduğu gibi burada da Türk olduğumuzu öğrenen erkeklerin hemen hepsi bize Polat Alemdar karakterini ve hâlen televizyonlarda gösterilen Asi dizisini sordular! Pazar yerinde beyaz önlüklü bir hanım bizimle Türkçe sohbet etti. Kızı Türkiye’ye gelin gitmiş; gide-gele Türkiye Türkçesi’ni sökmüş. Kadın pazarın hemen yanındaki devlet laboratuarında çalışıyormuş. Pazaryerindeki tüm gıdalar sıkı bir tahlilden geçtikten sonra satılabiliyormuş. Ne kadar güzel bir uygulama değil mi? 

Pazar yerinin tam karşısında Hz. Hızır’a ait olduğuna inanılan bir türbe ve câmi bulunuyordu. Oraya gittik. Caminin arkasındaki türbeyi ziyaret ettik (aşağıdaki, çok uzun tuğlalı kaide), câmiyi gezdik. 

















Câminin hocası Türkiye’den geldiğimizi öğrenince bize büyük misafirperverlik gösterdi. Çay ikram etti. Yanındaki bir başka câminin hocasıyla ve onunla sohbet ettik. Hacca da gidip gelmiş bir insan olan câmi hocası 60 yaşlarında bir beydi. Ona misâfir gelen diğer hocadan fotoğrafını çekmek için müsaade isted im, sağolsun, verdi (aşağıda).

Açık söyleyim, Özbekistan’ın câmi hocalarının halkla ilişkiler konusunda bizimkilerden çok ilerde olduğunu düşündüm. Nitekim kurbana niyetlendiğimizi aktarınca, hoca hiç tereddüt etmeden bize yardımcı olabileceğini söyledi. Hemen telefona sarıldı. Semerkand’ın biraz dışından bir-iki saate kadar bizim için kasabıyla birlikte kurban  getirilebileceği cevabını verdi. Çok sevindik tabii! O araya öğle yemeğimizi sıkıştırdık. Şık bir restoranda öğle yemeğimizi yiyip döndüğümüzde câminin ön kısmında bizim için üzerine çiçekli örtü serilmiş bir masa hazırlandı. Etrafında oturup çayımızı içerken kurbanın gelmesini bekledik. Bu arada türbeyi ziyarete gelen bir grup sevimli Özbek kızı bizimle fotoğraf çektirmek istediler. Cep telefonları vasıtasıyla birlikte fotoğraf çekindik (yukarıda sağda). Kurbanlarımız kesildi. Etlerin dağıtılması işini câmi hocası üstlendi. Allah ondan razı olsun!.
                    
Bâbür’le birlikte Semerkand gezimize devam ettik. Önce Hz. Danyal’a ait olduğuna inanılan türbeyi ziyaret ettik. Aşağıda solda üstte türbenin dıştan görünümü. Sağda, türbenin bulunduğu yerden çıkan kutsal suyun merkezi.














Sırada, Uluğ Bey’in gözlemevinin ve müzesinin bulunduğu yere gitmek vardı. Çok heyecanlıydım; çünkü Uluğ Bey’in sekstantını görecektim. Sekstant, gezegenlerin, yıldızların yerini tespit için kullanılan aletin adı. Güneş, aşağıya inmiş; günün bitmesine az kaldığı yolunda bizi uyarıyordu. Aceleyle yolumuzu aldık ve düğün alayı eşliğinde rasathaneye girdik (onlar da ziyâretçiydi).

Sağda, kazılar sonucu sekstantın bulunduğu yerin dışarıdan görünüşü. Aşağıda devâsâ sekstantın günümüze gelebilen bir kısmı.

            Büyük bir âlim olan Uluğ Bey, hakikaten sıra dışı bir hükümdarmış. Onun astronomik ölçümleri, modern değerlerle çok çok küçük sapmaları saymazsak neredeyse aynılık sergiliyor. Merak edip rehberimize kaç kere savaşa gittiğini sordum. Aldığım cevap beni hiç şaşırtmadı: sadece bir kere! Nitekim devlet ricâlini çok memnun edememiş olmalı ki büyük oğlu babasına karşı kışkırtılmış ve girdiği tek savaşı öz oğluna karşı vermiş… Esir  alınan Uluğ Bey muhaliflere teslim edilmiş ve asılarak öldürülmüş. Yukarıda değindiğimiz üzere sandukası, dedesi Timur Hân’ın türbesinde bulunmuyor.

            Uluğ Bey’in rasathanesinin bulunduğu yerden ayrılıp Hz. Peygamber’in amcasının oğlu; Hz. Ali’nin kardeşi Kusam ibn Abbâs’ın türbesinin de bulunduğu Şâh-ı Zinde (Yaşayan Şâh, bu isim, Kusam’ın aslında öldürülmediği sağ olduğundan hareketle verilmiş) denilen hayâlini dahi kuramayacağım mimarideki bir türbeler kompleksine gittik. Aşağıda da görüldüğü üzere burası esasen bir mezarlık. Semerkand’ın tepelerinden birine kurulmuş. Zaten merdivenlerle çıkıyorsunuz. 



Merdivenlerin iki yanında harikulade güzellikteki türbeler sıralanmış. Şahane restorasyon yapmış Özbekler… Şöyle bir tuhaflık ya da tatsızlık dikkatimi çekti: Bazı türbelerin kime ait olduğu bilinmiyor! Bâbür bu durumu Sovyetler döneminde yaşanan çok keskin ve büyük bilgi kopuşuyla açıkladı. Arapça kaynakların tümü dinî olup olmadığına bakılmadan yok edilmiş…






Mezarlıkta Timur ailesinin hanımları, kızları başta olmak üzere pek çok önemli şahsiyet yatıyorlar… Tabii ki en önemlisi, mezarlığa ismini veren Şâh-ı Zinde, Kusam İbn Abbas…
Rehberimizin ardından Türbe'ye giriyoruz.
  
O, bu topraklara İslâm’ı yaymak amacıyla gelmiş ve burada vefat etmiş. Ama tüm şehitler gibi o da hep canlı!... Türbesi XI-XII. Yüzyıllara tarihlendiriliyor. Aşağıdaki ayrıntılar orijinal yapıdan...



Şâh-ı Zinde’yle Semerkand gezimizi de tamamlamış oluyorduk. Eski mezarlığı gezip sonuna ulaştığımızda ay çoktan yükselmişti...


2500. yaşını çoktan aşmış, bu büyülü şehrin olağanüstü güzellikteki pek çok yeri görmenin tatlı yorgunluğuyla otelimize döndük.










Hiç yorum yok: