19.06.2016
Geçtiğimiz Temmuz ayından bu yana
ayrılıkçı terör örgütü PKK ile çok büyük bir mücadele yürütüyoruz. Terörle
imtihanımız maalesef, PKK ile sınırlı
değil. IŞİD belasının ülkemizde akıttığı masum kanı PKK ile yarışır nitelikte. FETÖ’nün
ise hastalık bulaştırmadığı devlet kurumu, galiba kalmadı. Taşeron ya da değil;
DHKPC ve adını ezberleyemediğimiz daha bir çok terör örgütünün Türkiye’de –öyle
ya da böyle– kendine yaşam alanı bulduğu da bir gerçek.
Peki ama
ülkemizin bir “terörle mücadele stratejisi” var mı? Ne yazık ki yok ve olmaması
âdeta eşyanın tabiatı gereği; çünkü belli bir stratejinin oluşturulabilmesi
için önce sorunun her yönüyle ortaya koyulması, olabildiğince net bir
fotoğrafın elde olması gerekir. Elbette ki bu da terörle mücadele bağlamında
çalışan akademi ve Ar-ge temelli kuruluşların varlığıyla ilintili. Bu tür
kuruluş ya da enstitüler, ancak uzun soluklu ve derinlikli saha araştırmalar
yapıp devletin terörle mücadele stratejisini belirleyebilirse, terörle
mücadelede anlamlı ve sürdürülebilir sonuçlar alınabilir. Lâkin ne yazık ki on
yıllardır terörle mücadele hâlinde olan ülkemizde tek bir terörle mücadele enstitüsü
bulunmuyor. Dolayısıyla, Kanada, İngiltere hatta Avustralya gibi dünyanın çok
uzak bucaklarında bir başlarına ve neredeyse terörle hiç anılmayan ülkeler dahi
son yıllarda terörle mücadele stratejisi açıklarken bizde her mesele gibi bu da
el yordamıyla yürütülüyor.
Bu
cümleden olarak, yaklaşık bir yıldan fazla bir süre önce Leiden
Üniversitesi’nden Edwin Baker’in verdiği “Terörizm ve Terörle Mücadele: Kuram
ve Uygulamanın Karşılaştırılması” dersini internet üzerinden aldığımda, ülkemizdeki
terörle mücadelenin ne düzeyde olduğu gözümde daha da netleşmiş oldu. Baker’in
sahadaki sonuçlara ve akademik çalışmalara göre aktardığı pek çok bilgi
arasında terörle mücadele yaklaşımları da var. Bunların arasında en etkili
olanı “holistic” (bütüncül) yaklaşımdır. Tahmin edilebileceği üzere, bütüncül
yaklaşım terörle geniş kapsamlı ve uzun soluklu bir mücadele öneriyor. Teröre
karşı sert ve yumuşak önlemler almanın yanı sıra terörist faaliyetlerin çok daha
öncesine odaklanıp nedenleri belirlemek ve ortadan kaldırmak için ulusal ve
uluslararası önlemler almak gibi.
Bu
bağlamda yukarıda bahsi geçen ve terörle bizim çeyreğimiz kadar muhatap olmayan
ülkelerin mücadele stratejileri bile bütüncül nitelikte öğeler içeriyor. Örneğin,
Kanada devleti stratejisini “Prevent, Detect, Deny and Respond” (önle, belirle,
engelle ve karşılık ver) şeklinde başlıklandırıp ilân etmiş. Yani; insanların
teröre bulaşmasını önle, birey ya da grupların terör tehlikesi yaratabilecek
faaliyetlerini belirle, teröristlerin faaliyetlerini gerçekleştirme yol ve
fırsatlarını engelle ve terörist faaliyetlere orantılı, hızlı ve organize bir
şekilde karşılık ver, böylece etkilerini azalt.
Kanaatimce,
en mühim olanı en önde zikredilen önleyici stratejidir (insanların teröre
bulaşmasını önle). Başka bir ifadeyle, bineği daha baştan sağlam kazığa bağla; ya
da sorun ortaya çıkmadan önce sorunu ortaya çıkarıcı olasılıkları ortadan
kaldır; veyahut da tedaviden ziyade hasta olmama yöntemlerine odaklan.
Nasıl mühim olmasın ki? Terör sorunu,
doğrudan varlık-yokluk/hayat-memat sorunudur. Nitekim ülkemizde yapılan kamuoyu
araştırmalarında terör bir numaralı sorun olarak işaretlenmektedir.
Önleyici
anlamda, terörü doğurucu olasılıkları belirlemek için ‒başta belirttiğimiz
gibi‒ öncelikle elimizde sorunun mevcut hâline ilişkin bir ülke fotoğrafının
olması şart. Diyelim PKK, diyelim IŞİD, diyelim FETÖ, diyelim diğer terörist
örgütler… “Neden?” sorusunu sormakla başlamak tartışılmaz bir doğrusuysa; bu
soruya ilişkin birçok saha araştırmasının sonuçlarının devletin cebinde olması
gerekmez miydi? Kim, ne koşullarda ve ne amaçla örgütlere katılıyor? Örneğin
PKK bağlamında bakarsak; hâlihazırda Türkiye Cumhuriyeti nüfusuna kayıtlı kaç
insan dağda? Dağa çıkıp devletle mücadeleyi seçen ya da dağa çıkmaya zorlanan gençlerin
sosyo-ekonomik, psikolojik, ailevî, kültürel, eğitimsel vd. arka planları nasıl
veriler içeriyor?
Ya da ülkemizi tehdit eden terör
örgütlerinin her birine ilişkin toplumsal ve bireysel meşruiyet kanalları
neler? Bu sözde-meşruiyet kanallarıyla hangi yöntemlerle mücadele edilebilir? Bu
ve benzer temel ve içsel soruların cevabına sahip olmadan (bunlar
halledildiğinde “dışsal” müdahaleler minimuma inecektir) terörle mücadele etmek
ne kadar sürdürülebilir sonuçlar ortaya çıkarabilir? Kanaatimce sormaya bile
gerek yok; çünkü böylesine kör bir mücadeleden sağlam bir gelecek beklemek
hayatın doğal akışına aykırı. Dolayısıyla, umarım bir an önce çok ama çok
derinlikli anlamda çalışılmaya başlanır ve akademi ve Ar-ge temelli
kuruluşların ihdas edildiğini duyarız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder