Alexander Mccall Smith, Kahve Öyküleri'nden...
25 Eylül 2011 Pazar, 20:58 tarihinde Fulya Aktüre Koçak tarafından eklendi
...
“Porçini mantarları,” dedi Domenica. “Kurutulmuş porçini mantarlarını
sıcak suyla dolu bir kaseye koyup mantarların suyu biraz emmesini bekle.
Suyunu dökme.”
“Neden?” diye sordu Pat. “Suyuyla ne yapacağız ki?” “Arborio pirincini bu suyla pişireceğiz,” diye açıkladı Domenica. “Böylece pirinç mantarların tadını emecek. Eskiden İskoçya’da insanların yediği patates ve koklatma prensibinin aynısı aslnda. Koklatma dediğim de patateslerin üstüne azıcık et parçacığı dökmek yani. Pişen eti baba yiyor, çocuklar da patateslerin üstünde gezdirilen kısmını yiyebiliyormuş.”
“Hayat çok zormuş” dedi Pat mantar paketini açarken.
“Evet” dedi Domenica. “O insanların torunları olan bizler de burada durmuş, ithal mantar paketleri açıyoruz.
... “Düşünsene, bu apartman ilk yapıldığında bu evde yaşayan kadının muhtemelen bir ya da iki giysisi olmuş olmalı. O zamanlar insanların çok az giysisi varmış. Varlıklı çiftçilerin karılarının bile tek bir gyisisi olabiliyormuş. Hayat çok farklıymış.”
“Düşünmesi çok zor” dedi Pat.
“Evet” dedi Domenicaç “Ama kendimize bunları hatırlatmamız gerek. Büyük büyükbabalarımızla kendi aramızdaki bağı yenilememiz gerek. Bizi insan yapan bu çünkü. Onların başından geçenleri ve kim olduklarını biliyor olmak bizi birbirimize bağlıyor. Eğer bunu kaybedersek, aynı kara parçasında yaşayan garip insanlar topluluğundan başka bir şey olamayız. Bu da benim kabuslarıma giriyor Pat. Eğer bir grup, bir ulus, bir İskoç olma bilincimiz kaybolursa diye korkuyorum.”
Pat omuzlarını silkti. “Bunu kim kaybettirebilir ki?” dedi. “Hem neden böyle birşey yapsınlar.”
Domenica ona döndü. “Tüm bunların kaybolmasından son derece memnun olacak çok sayıda insan var. Küreselleşme nedir zannediyorsun? Eleştiremeyeceğimiz, hatta kontrol edemeyeceğimiz insanlar tarafından bizim için çoktan verilmiş kararları kabul etmeye hazır, aynı zevklere ve görüşlere sahip, itaatkar tüketiciler haline indirgenirsek bundan kim yarar sağlayacak sence?”
“Ben tüm bunlar karşısında suskun kalmayı reddediyorum” diye devam etti Domenica. “Otantik bir kültürü olan bir toplumda yaşamak istiyorum. Çok basmakalıp sözler gibi gelebilir bunlar, ama diyecek başka söz bulamıyorum. Olduğum yerin ürünü olan ve beni ilgilendiren konularla ilişkili bir kültürün olsun istiyorum. Elektronik müzikle gerçek müzik arasındaki fark gibi bu. Hollywood’un hazmedilmeye hazır lapalarıyla hakiki filmler arasındaki fark gibi. Çok temel bir şey bu Pat.”
“Bazen kendimi çok bezgin hissediyorum,” dedi. “Beni affet. Dünyaya şöyle bir bakıyorum ve beziyorum. Olabildiğince uzak durmaya çalışıyorum, ama yine de televizyonu açacak olursam herşeyin daha da kötüye gittiğini görüyorum. Tüm o yavanlık, o aptallaştırma... anlamsız ve boş yarışma programları. Başkalarının kızgınlığına ve küçük düşmesine kahkahalarla gülen insanlar. Çok basit ve materyalist bir zafer gösterisi bu ayrıca. Ulusal sahneden yuhalanmak veya alkış almak için sıra sıra geçen o karakterlerin katıksız aptallığı... boş ve değersiz ünlüler, kaba saba konuşan kabadayılar. Ulusal hayatımızı ne kadar da güzel betimleyen bir resim bu anlatamam!”
... “Medeniyetin tuğla tuğla parçalarına ayrılışını seyrettik ve artık boşluğa bakıyoruz gibi bir his var içimde. İnsanları baskıcı kültür süzenlerinden özgür kılıyoruz sandık, ama aslında insanların elinden bir şeyleri alıyorduk. Nezaketi ve içtenliği öldürüyorduk. İnsanların serpilebilmesi için gerekli olan şefkat, ilgi ve vefa gibi minik bağları baltalıyorduk. Geleneklerin kötü olduğunu, dar görüşlü toplumlar yarattığını, insanları geri bıraktığını düşünüyorduk. Ama aslında gelenekler en başından beri toplumu bir arada tutuyor ve insanların birbirine bağlı olduğu hissini yaratıyordu. Gelenek ve göreneklerin yokluğında diğer insanları daha çok seviyor, onlara daha çok mu değer veriyoruz sahiden? Yoksa hepimiz birbirimizi medeni yabancılara mı çevirdik? Ülkelerimizi sadece başkalarını rahatsız etmekten çekinmesi yeterli olan misafirlerin memnuniyeti uğruna bir otel haline mi getirdik yoksa?”
... “Demin söylediklerimin tam tersini savunacak insanlar da var. Çok çeşitli ahlaki gelişmeler kaydedildiğini iddia edebilirler. Gelişme kaydedildi de aslında. Peki çok açıdan artık başkalarının duygularının çok daha bilincindeyiz. Ayrıca porçini mantarlarına kolayca eriştiğimizi de unutmamak gerek.”
Alexander Mccall Smith, Kahve Öyküleri, sf 508-511
(yazarın tüm kitapları için:)
http://www.idefix.com/kitap/alexander-mccall-smith/urun_liste.asp?kid=82456
“Neden?” diye sordu Pat. “Suyuyla ne yapacağız ki?” “Arborio pirincini bu suyla pişireceğiz,” diye açıkladı Domenica. “Böylece pirinç mantarların tadını emecek. Eskiden İskoçya’da insanların yediği patates ve koklatma prensibinin aynısı aslnda. Koklatma dediğim de patateslerin üstüne azıcık et parçacığı dökmek yani. Pişen eti baba yiyor, çocuklar da patateslerin üstünde gezdirilen kısmını yiyebiliyormuş.”
“Hayat çok zormuş” dedi Pat mantar paketini açarken.
“Evet” dedi Domenica. “O insanların torunları olan bizler de burada durmuş, ithal mantar paketleri açıyoruz.
... “Düşünsene, bu apartman ilk yapıldığında bu evde yaşayan kadının muhtemelen bir ya da iki giysisi olmuş olmalı. O zamanlar insanların çok az giysisi varmış. Varlıklı çiftçilerin karılarının bile tek bir gyisisi olabiliyormuş. Hayat çok farklıymış.”
“Düşünmesi çok zor” dedi Pat.
“Evet” dedi Domenicaç “Ama kendimize bunları hatırlatmamız gerek. Büyük büyükbabalarımızla kendi aramızdaki bağı yenilememiz gerek. Bizi insan yapan bu çünkü. Onların başından geçenleri ve kim olduklarını biliyor olmak bizi birbirimize bağlıyor. Eğer bunu kaybedersek, aynı kara parçasında yaşayan garip insanlar topluluğundan başka bir şey olamayız. Bu da benim kabuslarıma giriyor Pat. Eğer bir grup, bir ulus, bir İskoç olma bilincimiz kaybolursa diye korkuyorum.”
Pat omuzlarını silkti. “Bunu kim kaybettirebilir ki?” dedi. “Hem neden böyle birşey yapsınlar.”
Domenica ona döndü. “Tüm bunların kaybolmasından son derece memnun olacak çok sayıda insan var. Küreselleşme nedir zannediyorsun? Eleştiremeyeceğimiz, hatta kontrol edemeyeceğimiz insanlar tarafından bizim için çoktan verilmiş kararları kabul etmeye hazır, aynı zevklere ve görüşlere sahip, itaatkar tüketiciler haline indirgenirsek bundan kim yarar sağlayacak sence?”
“Ben tüm bunlar karşısında suskun kalmayı reddediyorum” diye devam etti Domenica. “Otantik bir kültürü olan bir toplumda yaşamak istiyorum. Çok basmakalıp sözler gibi gelebilir bunlar, ama diyecek başka söz bulamıyorum. Olduğum yerin ürünü olan ve beni ilgilendiren konularla ilişkili bir kültürün olsun istiyorum. Elektronik müzikle gerçek müzik arasındaki fark gibi bu. Hollywood’un hazmedilmeye hazır lapalarıyla hakiki filmler arasındaki fark gibi. Çok temel bir şey bu Pat.”
“Bazen kendimi çok bezgin hissediyorum,” dedi. “Beni affet. Dünyaya şöyle bir bakıyorum ve beziyorum. Olabildiğince uzak durmaya çalışıyorum, ama yine de televizyonu açacak olursam herşeyin daha da kötüye gittiğini görüyorum. Tüm o yavanlık, o aptallaştırma... anlamsız ve boş yarışma programları. Başkalarının kızgınlığına ve küçük düşmesine kahkahalarla gülen insanlar. Çok basit ve materyalist bir zafer gösterisi bu ayrıca. Ulusal sahneden yuhalanmak veya alkış almak için sıra sıra geçen o karakterlerin katıksız aptallığı... boş ve değersiz ünlüler, kaba saba konuşan kabadayılar. Ulusal hayatımızı ne kadar da güzel betimleyen bir resim bu anlatamam!”
... “Medeniyetin tuğla tuğla parçalarına ayrılışını seyrettik ve artık boşluğa bakıyoruz gibi bir his var içimde. İnsanları baskıcı kültür süzenlerinden özgür kılıyoruz sandık, ama aslında insanların elinden bir şeyleri alıyorduk. Nezaketi ve içtenliği öldürüyorduk. İnsanların serpilebilmesi için gerekli olan şefkat, ilgi ve vefa gibi minik bağları baltalıyorduk. Geleneklerin kötü olduğunu, dar görüşlü toplumlar yarattığını, insanları geri bıraktığını düşünüyorduk. Ama aslında gelenekler en başından beri toplumu bir arada tutuyor ve insanların birbirine bağlı olduğu hissini yaratıyordu. Gelenek ve göreneklerin yokluğında diğer insanları daha çok seviyor, onlara daha çok mu değer veriyoruz sahiden? Yoksa hepimiz birbirimizi medeni yabancılara mı çevirdik? Ülkelerimizi sadece başkalarını rahatsız etmekten çekinmesi yeterli olan misafirlerin memnuniyeti uğruna bir otel haline mi getirdik yoksa?”
... “Demin söylediklerimin tam tersini savunacak insanlar da var. Çok çeşitli ahlaki gelişmeler kaydedildiğini iddia edebilirler. Gelişme kaydedildi de aslında. Peki çok açıdan artık başkalarının duygularının çok daha bilincindeyiz. Ayrıca porçini mantarlarına kolayca eriştiğimizi de unutmamak gerek.”
Alexander Mccall Smith, Kahve Öyküleri, sf 508-511
(yazarın tüm kitapları için:)
http://www.idefix.com/kitap/alexander-mccall-smith/urun_liste.asp?kid=82456