|
Arana Mağarası’ndaki (İspanya) bal toplayan insan resmi (MÖ 6000'ler) |
Gün ağarır ağarmaz, dışarıya ağaçtan yapılmış büyük bir sofra
çıkardı
Akikten fincanı balla, lâcivert taşından fincanı tereyağıyla
doldurdu
Gılgamış Destanı, VIII. Tablet (Babil, MÖ 2500)
İnsanoğlunun, balı tattığı ya
da arıların hışmına uğramadan petekten bal almayı başardığı dönem tam olarak
bilinemese de balarısının insandan milyonlarca yıl öncesinde var olduğunu
fosilbilim ortaya koymuş durumda. Amber içinde hapsolmuş durumdaki balarısı
fosilleri yaklaşık 30-40 milyon yıl öncesine tarihlendiriliyor. İnsanın ateşi
bulmasıyla arıları kontrol altına aldığını ve böylece dilediğinde doğal
peteklerden bal almaya başladığını düşünmek tuhaf olmaz. En azından bu açıdan
bakıldığında, güneşin altında o günden bugüne değişen pek bir şey yok. Çünkü içinde
bulunduğumuz 21. yüzyılda bile, petekten bal alınırken arıları uzaklaştırmak için
odun ya da tezek yakılarak elde edilen dumandan faydalanma tekniği kullanılıyor.
Balarısı: Efsanevi Böcek
Balarısı, tarih öncesi bin yıllardan orta çağlara
değin dünya üzerindeki tüm toplulukların efsanelerinde yer almış olmalı. Üzerine
arı tanrıçaya tapınma sahnesi çizilmiş ünlü Sümer tabletinden ve Mısır firavun
damgalarındaki arı figürlerinden anlaşıldığı üzere, Sümerler ve Mısırlılar
balarısını, kutsal bir kuş olarak sembolize ediyordu.
Mısırlılar, balarılarının tanrı Ra’nın
gözyaşlarından ürediğine inanırdı. Balarısı su kamışıyla birlikte, bin yıllarca
Mısır devletinin sembol figürleri olarak kullanıldı. Kaldı ki, MÖ 3100 gibi
eski bir tarihte yaşamış bir firavunun lakabı “balarısı”ydı.
|
Eski Mısır'ın sembolleri: Balarısı ve su kamışı .Nisu Piramidi (MÖ 2500 civarı) |
Hititlerin Telepinu efsanesine göre, büyük tanrı
Güneş, ülkedeki varlık ve bereketi de yanına alarak kaybolan tanrı Telepinu’yu
bulma görevini balarısına verdi. Arı Telepinu’yu uyur halde bulunca onu sokarak
uyandırdı ve ülkesine geri döndürmeyi başardı.
Yunan mitolojisinde -ismini arıların çok sevdiği düşünülen
limon otundan alan- Melissa, Girit kralının iki peri kızından biriydi. Melissa,
kızkardeşi Amalthee ile beraber bebek Zeus'u balla besleyip büyüttü. İnanışa
göre Melissa, arı perisidir. Öte yandan, eski Yunanlılara göre balarıları, şairlerin
ilham perisiydi. Bu yüzden yeni doğan bebeklerin dudaklarına bal sürülürse
ilerde büyük bir şair ya da iyi bir konuşmacı olacakları düşünülürdü. Tanrılara
yapılan sunularda bal ve balla yapılmış pastalar büyük kıymet taşırdı.
Hint mitolojisinde Bhramari Devi, siyah arıların
tanrıçasıdır. Kelt mitolojisinde ise arıların bu dünya ile öte dünya arasındaki
elçi olduğuna inanılırdı.
Eski Dünyanın
Günlük Hayatında Bal
Ortaçağlar öncesi dünyadaki insanların
hayatlarında bal, dini ritüeller ve günlük tüketim açısından son derece
önemliydi. Halikarnaslı Herodot’a (MÖ 484-425) göre Babilliler ölülerini bala
bulayıp gömüyordu. Mısırlılar ise mezarlarına, bal petekleri de koyuyordu.
Herodot’un verdiği bilgiler
arasında eski Yunan kültüründe balın pasta yapımında kullanıldığını ifade eden
satırlar var. Buna göre Samoslular susam ve balla, Atinalılar ise balla
pastalar yapıyordu. Pastalarını hem tanrılara sunar hem de günlük hayatta
tüketirlerdi. Herodot tarihinde, Afrika’nın kuzey batısındaki toplulukların
arıcılık ve bal ticareti yaptığını da söylüyor.
|
Arıların saldırısına uğrayan adamların resmedildiği Eski Yunan vazosu (MÖ 550) |
Öte yandan, Hitit yasalarındaki
arı kovanıyla ilgili iki madde, arıcılığın toplumsal hayattaki önemli yerine
ışık tutuyor. Yasalara göre arı kovanının çalınması halinde, mağdur tarafa ödenmek
üzere, hırsıza para cezası uygulanırdı.
Çorum yakınlarındaki Boyalı
Höyük’te 2004 yılında yapılan kazılar, Hititlerdeki arıcılığın arkeolojik
izlerini de ortaya koydu. Höyükte bulunan toprak kaplar içindeki karışım
incelendi. İnceleme sonucunda, karışımın bal ve çörek otundan oluştuğu
anlaşıldı.
Benzer şekilde Mısır’da, İsrail’de ve başka
yerlerde son yüzyılda yapılan arkeolojik kazılarda nadir de olsa bal
kalıntılarına rastlanıyor.
Arıcılık Eski Mısır’da Başladı
Esasen insan, arı ve bal
ilişkisinin gözlenebileceği en eski arkeolojik izler MÖ 6000’li yıllara kadar
gidiyor. İspanya’nın doğusundaki Arana Mağarası’nın duvarlarında keşfedilen
resimde, yüksek bir kaya veya ağaçtaki bir oyuktaki arı yuvasından bal alan bir
insan ve etrafında uçuşan arılar yer alıyor. Mısır’da Kahire yakınlarındaki Ebû
Sîr’deki Nyuserre Güneş Tapınağı’nda bulunan duvar resimleri ise insan yapımı petek
arıcılığının başlangıç yerinin Mısır olduğunu gözler önüne seriyor. MÖ
2500’lere tarihlendirilen tapınağın duvarlarında, kilden yapılmış yatay petekler
içine duman verdiği düşünülen bir kişi ve bal toplayan görevliler ayrı ayrı resmedilmiş.
|
Pabasa mezarındaki duvar resimlerinde Eski Mısır’da arıcılık (MÖ 7. yüzyıl) |
Eski Mısır farklı mekânlardaki
duvar resimleri, arkeolojik ve yazılı buluntularıyla, bilim çevreleri
tarafından sabit petek arıcılığının başladığı tahmin edilen kültür olarak kabul
edilmiş. Bununla beraber MÖ 2000-1000 yıllarında, Orta Volga bölgesinde, ağaç
kovukları ve dallarındaki doğal petekler aracılığıyla arıcılık yapıldığına
ilişkin bilimsel kanıtlar da var.
Eski Dünyanın Ballı Reçeteleri
Sümer’de, Babil’de, Mısır’da,
Hitit’te, Eski Yunan’da, Roma’da, Hint’te, Maya’da, Çin’de ve eski dünyanın
diğer kültür merkezlerinde balın ilaç yapımında kullanıldığına ilişkin bilimsel
kanıtlar günümüze kadar ulaşıyor.
MÖ 1900-1250 arasına
tarihlendirilen Sümer kil tabletlerindeki ilaç içeriklerinin %30’unda bal var.
Tıbbi içerik taşıyan Ebers Papirüsü’ndeki (MÖ 1150) bilgiler balın Mısır’da
yalnızca temel bir tüketim maddesi değil, aynı zamanda çok yaygın bir ilaç
olduğunu ortaya koyuyor. Mısır tıbbında bal yoğunluklu olarak yanık tedavisinde,
ülserde ve göz hastalıklarında kullanılıyordu. Ayrıca laksatif etki yapan ve
kurt düşüren ilaçların olmazsa olmaz girdisiydi.
Kutsal
Kitaplarda Arı ve Bal
|
Yabani petek |
Bütün
mükemmelliği ve faydasıyla bal ve arı, üç büyük kutsal kitaba (Tevrat, İncil ve
Kuran) konu olmuş. Her üç kitapta da özellikle yabani bala (doğal arı yuvasında,
insandan uzakta üretilen bal) ilişkin bazı ifadeler yer alıyor. Tevrat’ta ve
İncil’de ayrıca, yabani balarısından ve saldırganlığından da bahsediliyor. Diğer
iki kutsal kitapta rastlanmayan bir şekilde, Kuran’daki surelerden birinin adı “Nahl” yani arıdır. Arı Suresi’nde iki
ayet (68-69) doğrudan arının yaptığı yuva, bal yapma süreci ve balın
iyileştirme gücüne ayrılmıştır.
Eski İnsanlar
Balarısını Ne
Kadar Tanıyordu?
Arıların niteliklerine ilişkin bilinen
en eski yazılı kaynaklar Eski Yunan dönemine ait. Platon (MÖ 428-347) Sokrates’le
diyaloglara yer verdiği ünlü Devlet isimli kitabında müsrif bir devlet
adamını kovanın içindeki erkek arıya benzeterek şöyle der:
“Böylesinin evdeki erkek ya da peteğin içindeki erkek arıya
benzediğini ve tıpkı petektekilere olduğu gibi şehirdekilere de baş belası
kesildiğini söyleyemez miyiz?”
“Tam da öyledir, Sokrates.”
“Pekala Adeimantus, Tanrı uçan erkek arıları bütünüyle iğnesiz
yarattığı halde yürüyen erkek arıların bazılarını iğnesiz bazılarını ise ölümcül
iğneleriyle yaratmış. Öyle ki iğnesiz olanlar sınıfı ömürlerini dilenci olarak
tamamlarken iğneli olanların tümü ifade edildiği üzere kanun tanımazlar
sınıfını oluşturur.”
“Son derece doğru” dedi.
Ünlü bilgin Aristo (MÖ 384-322)
ise Hayvanların Tarihi isimli kitabında doğrudan balarısına ilişkin kendi
gözlemlerini ve o dönemde doğru kabul edilen verileri uzun uzadıya anlatır.
Aristo’nun günümüzden yaklaşık 2350 yıl öncesinde balarısına ilişkin verdiği
bilgiler, insanoğlunun bu gizemli ve mükemmel böceğe karşı duyduğu merakın ne
kadar eski olduğunu gözler önüne seriyor.
Bilgin, arının besininin bal ve başka
bazı tatlılar olduğunu ve besinlerini başka bazı böcekler gibi koklayarak bulduğu
görüşündedir.
Aristo kitabında, Eski Yunan’da
arıların nasıl ürediğine dair ileri sürülen çeşitli görüşleri de aktarıyor:
Bazılarına göre arılar çiftleşmez ve doğurmaz, ama buna rağmen yavru edinir. Onlara
göre arılar (günümüz tanımlamasıyla işçi arılar) “callyntrum”
isimli bir çiçekten, sazlık çiçeğinden ve zeytin ağacı çiçeğinden
üremiş olabilir. Başkaları ise arıların kovanın kralı tarafından, oğul arıların
ise yukarıda sıralanan çiçeklerden ürediğini düşünür.
|
Tanrıça Artemis'in eteğindeki arı figürleri (Efes, MÖ VI.yüzyıl) |
Aristo “kovanın erkek yöneticisi”
şeklinde tanımladığı kraliçe arının -karnında işçi arıları taşıdığı düşünülerek
“ana arı” olabileceğini ileri sürenlerin de bulunduğunu aktarmasına rağmen- bir
dişi olduğu görüşünü kabul etmez. Bununla beraber, yöneticinin işçi arıların oluşmasında
büyük katkısı olduğunu belirtir. Çünkü petekte yönetici yokken işçi arı üretilmemektedir.
Ancak Aristo’ya göre arı, larvalarını bilinmeyen bir yolla doğadan edinip
ağzıyla peteğe getirir; peteğin hücrelerine yerleştirir ve üzerinde bir kuş
gibi kuluçkaya yatar. Petekte yönetici yoksa bunlar işçi arı değil, oğul arı
olarak yaratılacaktır.
Öte yandan Aristo’ya göre arı
dile benzer organıyla nektar emmek ve bacağında biriktirerek polen ve mum toplamak
için petekten çıkar. Ancak nektar almak için her sefer aynı cins çiçekten
faydalanır, asla farklı çiçeklere konmaz. Peteğe döndükten sonra bacaklarındaki
yükü boşaltır, karnındaki çiçek nektarlarını ise petek hücrelerinin içine
kusar. Aristo ayrıca, arıların peteğe taşıdığı maddelerin tam olarak
bilinmesinin mümkün olmadığını da vurguluyor.
Bir başka antik dönem bilgini, Romalı Marcus Porcius
Cato’nun (MÖ 234-149) De Agricultura isimli kitabı, Romalıların arılara ilişkin
zayıf fakat renkli bilgilerini yansıtıyor. Cato’ya göre arılar kısmen diğer arılardan kısmen de öküzlerin çürüyen
kemiklerinden üremiştir. Cato, bununla ilgili olarak Romalı şair Archelaus’un
mısralarından da örnek verir:
Yaban arıları atlardan, balarıları sığırlardan doğar
Cato’ya göre
arılar dışarıdan getirdikleri malzemelerle petekte dört madde üretir: Bunlar
mum, propolis, erithacen (arı besini) ve baldır. Peteğin
girişinde dışarıdan gelen malzemeleri bırakmak amacıyla oluşturulan bir bölme
vardır. Arılar bu bölmeyi yapmak için sakızımsı bir madde üretir. Cato bunu
propolis olarak tanımlar. Erithacen ise arı besini olmasının yanı sıra petek
hücrelerini birbirine yapıştırmak için de kullanılan bir maddedir. Petek ve
petek hücreleri balmumundan yapılır. Her hücre altı ya da arı ayağının verdiği
şekil kadar kenara sahiptir. Cato’nun başka bilginlerden edindiği verilere
göre, arılar ürettikleri bu dört maddenin malzemesini farklı bitkilerden
toplar.
Modern
bilim verileriyle bakıldığında, Cato’nun verdiği bilgilerden galiba en doğrusu,
temiz suyun arılar için taşıdığı önemdir. Su içmenin arıların
beslenmesinin bir parçası olduğunu ifade eden Romalı bilgin, peteklerin
yakınında temiz su kaynaklarının olması gerektiğini; temiz suyun, arıların iyi
bal yapması için büyük öneme sahip olduğunu belirtiyor. Öte yandan Cato’nun verdiği bilgilerden arıcılığın MÖ önce 3. ve 2.
asırlarda ciddi bir ağırlığı olduğu da anlaşılıyor. Bir dostu kendisine,
İspanya çevresindeki peteklerinden yıldan 2,3 ton bal aldığını söylemiştir.
Erken İslam
Ortaçağı’nda Bal ve Balarısı
Elimizdeki
kaynaklardan yola çıkarak, eski Yunan ve Roma’nın ardından yükselen erken
Ortaçağdaki İslam biliminde de balarısına ve bala duyulan ilginin devam ettiğini
söyleyebiliriz. Özellikle Abbasiler döneminin ilk yarısında (750-1000) yaşayan
bilim adamları tıp eserleri başta olmak üzere yazdıkları eserlerde bala ve
balarısına ayrıntılı atıflarda bulunmuş.
Ünlü
Bilgin İbni Sinâ (980-1037) tıp ve farmakoloji üzerine yazdığı el-Kânûn
fi’t-Tıb isimli eserinde balı, çiçekler ve diğer bitkilerde saklı olan ve
arıların topladığı bir tür çiy olarak tanımlar. Ona göre bu çiy yükselen bir
buğudur ve geceleri atmosferde dönüşüme uğrayarak hacim kazanır, böylece
olgunlaşıp bal olur. İbni Sinâ’ya göre arı, balı yaptığı malzemeyi gizler.
Bunun sebebinin arının yaptığı ürün üzerindeki hâkimiyetini koruma güdüsü olabileceğini
düşünür. Ayrıca, arının bala kattığı şeylere göre balın besleyiciliği ya da kalitesizliği
ortaya çıkar. Örneğin “acı bal” adı verilen bir bal türü vardır. İbni Sinâ iyi
balın şekerli, hoş kokulu, hafif kekremsi ve kırmızıya dönük bir renkte olması
ve ağdalı yapısı nedeniyle kesintisiz akması gerektiğini söyler. Baharda alınan
bal en iyisidir, ardından yaz balı gelir.
Ünlü
bir başka İslam bilgini Ebû Reyhân el-Bîrûnî (ö. 1048) ise kıymetli taşlar ve
madenler üzerine yazdığı el-Cemâhîr fî Ma’rifeti’l-Cevâhîr isimli
eserinde, arının bal yapma sistemine ilişkin Araplar’daki yaygın kanıyı ve
kendi bilimsel gözlemlerini aktarır.
Araplar arının çiçeklerin nektarını alıp yiyecek olarak
karnına doldurduğunu ve bedeninde üstte ve alttaki delik dışında bir çıkış olmadığını
gördü. Bu nedenle onlar balı, arıların karınlarının iki çıkışıyla dışarı çıkan
bir gıda biçiminde tasavvur ettiler.
Arı hortum şeklindeki ağzıyla, çiçeğin ortasında, tozdan
sürmeye benzer nimeti (polen) toplar. Elleriyle hortumundan alıp bacağına
aktarır ve kovana taşır. Ondan bal üreterek, yavrularının beslenmesi, çiçek ve
meyvelerin olmadığı durumlarda kendisine azık olması için hücrelere doldurur. Arının
taşıdığı yükün onun alt deliğinden çıkan kısmı, dünyanın en kötü kokulu
şeyiyken, o kovanın tertemiz kalarak zarar görmesini engeller. Arı güzel
kokulara ve hoş tatlara düşkündür.
el-Bîrûnî’ni anılan kitabında, diğer
bir bilim adamı Ebû Hanîfe
ed-Dineverî’nin (ö.896) şunları söylediğini aktarıyor:
Arı, balın ve
yavruların üzerini ince bir balmumu tabakasıyla kapatır ve kapattığı yeri koyu
siyah, keskin kokulu, muma benzer bir şeyle sıvar. Bu, darbe ve yaralara karşı
etkili bir ilaçtır. Ancak ender bulunur. Farsça’da mumya adı verilir.
Sözlü, yazılı ve arkeolojik kaynaklardan
anlaşıldığı üzere, varlığı belki de dünyanın kendisi kadar eski olan balarılarının
tarihin her döneminde insanoğlunda merak uyandırdığını görüyoruz. Balarısı eski
toplulukların efsanelerinde, tapınma ritüellerinde ve hâkimiyet sembollerinde
yerini almış. Bu merakın odağında mükemmel besin olan balın gizemi de yer alıyor.
Olağanüstü sayılabilecek bir disiplin ve işbölümüyle ürettikleri balın çok lezzetli
üstelik de şifalı olması, insanın balarısını kontrol etme sürecini hızlandırdı.
İnsan, ateşin dumanı sayesinde bunu başardığında, arının yuvasını yakından gözlemeye
ve bu “kanatlı sosyal böceğin” anatomisi, çalışma biçimi ve ürünleri ile ilgili
kuramlar geliştirmeye başladı. Orta çağlardan modern dönemlere gelindiğinde,
balarısına ilişkin eski bilgilerden yanlış olanlar yerini yeni ve
kanıtlanabilir doğrulara bıraktı. Ancak günümüzde balarıları hakkında hâlâ pek
çok bilinmeyen olduğu da su götürmez bir gerçek.
Dr.Emine Sonnur Özcan
BTD Ocak 2014 Sayısı'nda yayımlanmıştır.
Kaynaklar
http://www.sjsu.edu/people/cynthia.rostankowski/courses/119a/s4/The%20Epic%20of%20Gilgamesh.pdf
Cook, A. B., “The Bee in Greek Mythology”, The
Journal of Hellenic Studies, Cilt 15, s. 1-24, 1895.
Crane, E., The World History of Beekeeping And Honey
Hunting, Routledge, 1999.
Chepulis, L., Healing Honey: A Natural
Remedy for Better Health and Wellness, BornWalker Press, 2008.
http://www.biblestudytools.com/encyclopedias/isbe/bee.html