Göbekli Tepe: İnsanlığın Bilinen İlk Görkemli Uygarlık İzi
Dr. E. Sonnur ÖZCAN (Tarihçi, Yazar)
Tüm insanlığın ortak mirası olup ülkemiz sınırları içerisinde bulunan dünyanın bilinen ilk köyleri ve tapınakları, insanın ilk kez yerleşik yaşama geçişinin bin yıllardır merak edilen hikâyesine ışık tutan harikalarla dolu bir tarih atlası gibi.
Anadolu’nun bu hayran bırakan arkeolojik keşiflerinin anıtsal ve kutsal ya da dinsel diyebileceğimiz ayağını, bilinen ilk karmaşık kolektif kültür izi olarak, Şanlıurfa sınırlarındaki Göbekli Tepe tapınakları temsil ediyor.
Şaşırtıcı görkem ve güzellikteki bu arkeolojik yerleşke, en azından projelendirme, inşa, kullanım ve gömülme süreçleri bağlamında; kutsalı arayış, ortak hafıza, kamusal girişim, sosyal organizasyon, katılımcılık, hiyerarşi, iletişim ağı, uzmanlık, sanat, bilim, teknoloji, besin üretimi gibi pek çok gelişmiş niteliği bünyesinde topladığı için insanlık tarihinin uygarlık eşiği sayılabilir.
Göbekli Tepe tapınakları öncesindeki bilimsel tezlere göre, tarımı bilmeyen avcı toplayıcı halkların ortak bir bilinçle bir araya gelip kutsal ya da anıtsal yapılar inşa edebilecekleri düşünülmüyordu.
Bu anlamda, Göbekli Tepe öncesinde bilinen en eski ve en görkemli anıtsal yapılar, Eriha’daki kule ve savunma amaçlı olduğu düşünülen şehir duvarlarıydı.
Esasen, Filistin’de ortaya çıkartılan ve MÖ 8000’e tarihlendirilen Eriha şehrinde, tarım yapıldığına ilişkin izler de bulunduğu için buradaki kalıntıların değerlendirilmesi 20. Yüzyılın hâkim yerleşik yaşama geçme şablonuna da uyuyordu.
Öte yandan, gerçekten de hâlen geçerli olan bilimsel sonuçlara göre tarım, ilk olarak “Levant Koridoru” denilen bölgede başlamıştı. Dolayısıyla, Göbekli Tepe öncesi hâkim tezlere göre uygarlığa götüren süreç; yerleşik hayat, din ve anıtsal yapılar ancak tarımın bir sonucu olabilirdi.
Tarım → Köy → Tapınma → Kamusal Yapı/Tapınak/Anıt → Şehir
Oysa Eriha’daki bu yapılar, eski paradigmanın geçerliliğini ortadan kaldıran Göbekli Tepe tapınaklarından en az 1500 yıl daha gençtir.
Klaus Schmidt’e göre din (religion), bu dönem insanı için büyük önem taşıyordu ve bu sebeple, avcı-toplayıcılıktan çiftçiliğe geçiş, dinî davranış biçiminin bir yan ürünü olarak değerlendirilebilir.
Bununla beraber, ülkemizdeki dünyanın bilinen ilk avcı-toplayıcı köylerini hesaba katarsak -ki bunlar Göbekli Tepe’den ya daha eski ya da neredeyse çağdaştır- önceki tezlerin uygarlık aşamaları dizisinde, tarımın yerinin, köy beraberinde kamusal yapı ve tapınak ile değiştirilmesi gerekiyor. Yani şöyle:
Köy/Kamusal Yapı/Tapınak/Anıt → Tarım → Şehir
Dolayısıyla, tüm görkemi ve içerdiği olağanüstü özellikleri ile Göbekli Tepe, Çatalhöyük’ün kazı başkanı Ian Hodder’ın da tespiti ile daha önce uygarlığa ilişkin bilinen “herşeyi değiştirmektedir.”
Bu bağlamda, Göbekli Tepe’nin tarımla doğrudan bir ilgisi olmadığı halde bir araya gelip organize olabilen ve dönemine göre olağanüstü bilim-teknoloji ve sanat unsurları içeren bu tapınakları inşa eden Anadolu’nun avcı toplayıcı halkları, Schmidt’in ifade ettiği üzere, “dünyanın bilinen ilk yenilikçi/inovatif halkları” olabilir.
Bu kısa girişin ardından Göbekli Tepe’nin insanlık tarihindeki yerine şöyle bir göz atalım.
Doğrusu, ben bu kronolojik bilgi grafiğini hazırlarken elimden geldiğince insanlığın kültür tarihi ve Göbekli Tepe tapınakları bağlamında bütüncül bir tablo ortaya koymaya çalıştım. Bu nedenle sadece tarihi ve arkeolojik değil jeolojik dönemlere de yer verdim.
Bununla beraber, yeryüzü katmanları, fosiller ve buzullar gibi kaynaklar üzerinde yapılan incelemeler Dünya’nın her yerinde geçerli, küresel bir jeolojik kronoloji ortaya koymuyor.
Aynı şekilde arkeolojik ve tarihsel dönemlemelerin de küresel geçerliliği düşünülemez. Dolayısıyla, unutulmamalı ki Dünya’nın henüz insanla tanışmadığı dönemlerden günümüze, dünya üzerindeki değişik bölgelerin kendilerine has jeolojik, arkeolojik ve tarihsel kronolojisi var.
Bu anlamda, Göbekli Tepe’yi insanlığın kültür tarihinde bilinen en önemli uygarlık eşiği olarak yansıtan kronolojik tablomda ve yazımın tümünde, Eski Taş Çağı’nın sonu ve Yeni Taş Çağı’nın başlaması itibarıyla Yakın Doğu’daki uygarlık izleri kastedilmektedir.
Günümüzden yaklaşık 12.000 sene önce, 1600 yıl aktif olarak kullanılmış olan Göbekli Tepe’nin tarihlendirmeleri, Son Taş Çağı anlamına gelen Epipaleolitik’i ve Çanak Çömleksiz Yeni Taş dönemini kapsıyor.
Ancak Göbekli Tepe’deki anıtsal/dinsel mimari, bazı önemli açılardan Son Taş Çağı’nın karakteristik unsurlarını aşıyor.
Bilim insanlarına göre, Son Buzul Çağı’nın yavaş yavaş sona ermesi ve içinde bulunduğumuz Bütünüyle Yeni Çağ’ın (Holosen) arifesinde, yani Son Taş Çağı’nda, uygun iklim koşullarının başlaması, insanların çoğalması ve daha büyük ve hareketli topluluklar halinde yaşamalarına sebep oldu. Dolayısıyla, arkeolojik buluntularda da önceki dönemlere göre, değişiklikler gözleniyordu.
Avcı toplayıcılar artık ilk yerleşik köylerde yaşıyor ve ölülerini evlerinin tabanına gömüyordu. Buralarda, daha küçük ve nitelikli taş aletler, ok uçları (mikrolit) üretmeye başlamışlardı. Yazları yükseklerde, kışları vadilerde dolaşıp yabani tahıl topluyorlardı. Çakmak taşlarından yabani tahıl biçme aletleri, oraklar üretmişlerdi. Tahıllarını öğütmek için taştan havanlar ve havanellerine sahiplerdi.
Benzer özellikler Yeni Taş Çağı’nın erken evresinde de devam ediyor. Bununla beraber, Yeni Taş Çağı’nda; yerleşik yaşama geçiş, sosyal/kamusal alanlar, besin üretimi ve tarım-hayvancılık vurgusu daha önemli bir yer tutmakta.
Belirttiğimiz gibi, Göbekli Tepe’nin Son Taş Çağı ve Erken Yeni Taş Çağı ile ilişkisi yukarıdaki özellikleri aşan ezber bozucu niteliklere sahip. Nedir bunlar? Kısaca, daha önce değindiğimiz gibi, karmaşık ve dönemine göre fazlaca gelişmiş kültürel nitelikler.
Neolitik mi dediniz?
Göbekli Tepe avcı-toplayıcılarının son derece görkemli tapınaklar inşa etmeleri ve bu çerçevede ortaya çıkan uygarlık tarihi için devrimsel nitelikleri detaylandırmadan önce yazımın temel kavramı durumundaki Yeni Taş Çağı yani “Neolitik”in ortaya çıkışı ve zaman içinde nasıl değişip dönüştüğüne biraz bakalım istiyorum.
Öncelikle, şu parantezi açmam gerekiyor: İnsanlığın, en azından önemli kısmının, neden ve nasıl yerleşik yaşamı tercih ettiğine dair binlerce yıllık merak, sadece Batı’daki bilim insanları ile sınırlı değil. Bu konu ile ilgili özel bir çalışma yapmamış olsam da değişik çalışmalarımda el-Mes’udi (ö. 957), el-Biruni (ö. 1061), İbn Haldun (ö. 1406) gibi 10., 11. ve 14. Yüzyılda yaşamış üç Doğulu bilim insanının yazdıkları arasında bu konuya önemle değindiklerini biliyorum. Eminim ki daha başkaları da vardır.
Örneğin El-Mes’ûdî’nin Mürucu’z-Zeheb’de yazdıklarına göre, eski topluluklardan zamanla yerleşik hale geçenlerin bir kısmı, başlangıçla binalar inşa edip, şehirler kurmadı. Bunun yerine, barakalarda ve çardaklarda ikâmet ettiler. Daha sonra, tek tük binalar inşa etmeye başladılar ve bunları başkaları izledi. Başka topluluklar, verimli yüksek yerlerdeki korunaklara ve gölgeliklere sığınarak ilk olarak sabit hale geldiler. Ancak kuraklık olduğunda oradan ayrıldılar. Bu tarzı devam ettiren topluluklar, öncekilerin yöntemine göre daha fazla zorlandı.
el-Biruni’nin Kıymetli Taşlar kitabında yazdıklarına göre ise, yerleşik yaşama geçmenin sebebi ekonomikti. İnsanın konforu artıp ihtiyaçları çoğalınca yardımlaşmaya başladı ve yerleşik yaşama ihtiyaç duydu. Köyler kurdu ve böylece meslekler, zenaatlar çeşitlendi.
Dediğim gibi, bu örnekler çoğaltılabilir. Bununla beraber, Müslüman dünya, yüzyıllardır hemen hiç bir bilimsel alanda köklerine lâyık bir varlık gösteremediği için araştırmalarımızı ve söylemlerimizi, bilim bayrağını ortaçağlardan sonra devralan Batılı bilim insanlarının terminolojileri aracılığıyla kurgulamak ve anlatmak durumundayız. Doğal olarak, “Neolitik” yani Yeni Taş Çağı da bunlardan biri.
Bu cümleden olarak, «Neolitik» ifadesi, «Paleolitik» ile birlikte ilk kez 1865’te İngiliz bilgin John Lubbock (1834-1913) tarafından, Avrupa merkezli arkeolojik buluntuların sürterek parlatma teknolojisini tanımlamak için kullanılan kullanıldı.
Lubbock böylece, daha önce Danimarkalı arkeolog C.J. Thomsen (1788-1865) tarafından bulunan “Taş Çağı, Bronz Çağı ve Demir Çağı” şeklindeki, sınıflandırmayı biraz daha geliştiriyordu.
Böylece, 19. Yüzyıl Avrupa’sında “Neolitik” tanımlaması kabul gördü ve arkeolojik buluntular tekrar değerlendirilmeye alındı. Buna göre, sürterek biçimlendirilmiş taşlar beraberinde çanak-çömlek bulunan arkeolojik alanlar, “Neolitik” ile tanımlandı.
Ancak bugün, Yeni Taş Çağı’nın, çanak-çömlek ya da çiftçilik ile doğrudan bir ilişkisi olmadığını biliyoruz. Örneğin, Çin, Japonya, gibi bölgelerde çanak-çömlek, tarımdan binlerce yıl önce kullanılmaya başlanmış. Orta Asya’daki Türk Anav kültüründe ve Sudan’da ise önce yerleşik hayat ve çanak-çömlek varken, hayvan evcilleştirmesi ile göçebeliğe geçilip çanak-çömlek kullanımının terk edildiğine dair bilimsel kanıtlar var.
Çanak-çömlek kullanımı gibi insanın tarıma başlaması da dünyanın her yerinde farklı dönemlerde gerçekleşmiş. Örneğin Yakın Doğu’da yaklaşık 11.000 yıl önce başlamışken, Avrupa’da tarım 9000 yıl, Doğu Asya’da 8000 yıl, Japonya’da ise 2500 yıl önce görülüyor.
Neticede, dünya genelinde aynı şekilde işleyen bir Yeni Taş Çağı’ndan bahsetmek mümkün değil.
Tekrar akışımıza dönersek, 20. Yüzyılda, tarımın ve yerleşik yaşamın başlamasına ilişkin çok farklı teoriler ileri sürüldü. Vaha Kuramı (Gordon Childe), Tepe Yamaçları ya da Çekirdek Bölge Kuramı (Robert Braidwood), Marjinal Alan ya da Peiferi Kuramı (Lewis Binford ve Kent Flannery), Psikolojik Dönüşüm Kuramı (Jaques Cauvin) gibi.
Bunlar arasında en büyük ve uzun süreli etkiyi Avustralyalı arkeolog Gordon Child’ın (1892-1957) teorisi yarattı. Onun 1928’de ortaya koyduğu iklim değişimine dayalı Vaha Kuramı’na göre, Son Buzul Çağı’nın bitiminde Yakın Doğu’da büyük bir kuraklık oldu. Bunun sonucunda insanlar ve diğer canlılar vadilerde ve nehir kenarlarında toplanmak zorunda kaldılar. Bu sayede birbirleriyle yakınlaşan topluluklar nüfus artışı beraberinde bitki ve hayvanlarla daha yakından ilgilenme fırsatını yakaladılar. Böylece gelişen topluluklar bereketli vadilerin de dışına taşarak rahat yaşama uygun olmayan bu alanlarda tarımı ve hayvancılığı öğrenmek durumunda kaldılar. Tarımın etkisiyle köyler, din/tapınak, siyaset, hiyerarşi, yazı, şehirler, anıtsal yapılar ortaya çıktı.
Bu çerçevedeki gelişmeleri, “Neolitik Devrim” ifadesi ile tanımlayan Childe, 20. Yüzyılın başında Ön Asya coğrafyasının çeşitli yerlerinde yapılan pek çok arkeolojik kazının sonuçlarının da etkisiyle, tarımın ve yerleşik hayatın Mezopotamya’da başladığını ve burada gelişmesini tamamladıktan sonra deniz yoluyla Balkanlar’a ve Avrupa’ya yayıldığını ileri sürdü.
Çatal Höyük kazı başkanı, Stanford üniversitesinden Ian Hoddler’in belirttiği üzere, Child’ın “Neolitik Devrim” kavramının gözden düşüşünde Göbekli Tepe çok önemli; çünkü tarım öncesi avcı-toplayıcı topluluklarının, ekonomik olmayan bir sebeple, yani tapınma isteği ya da dini motivasyonla bir araya gelip hiyerarşik bir işbölümüyle organize olarak anıtsal yapı, tapınak inşa etmiş oldukları gerçeği, “neolotik devrim” kavramını adeta tersine çevrirmiş oldu.
“Neolitik” dendiğinde akla gelen bir başka bilim insanı, Amerikalı ünlü arkeolog Robert J. Braidwood (1907-2003). Braidwood da diğer pek çokları gibi dönemin ünlü arkeoloğu Child’dan etkilenen bir bilim insanıydı. Ancak o, tarımın nerede başladığı sorusuna Child gibi kuramsal anlamda değil pratik olarak sahada cevap bulmaya çalıştı.
Yaklaşık aynı yıllarda (1950’li yıllar) Filistin’deki Eriha’yı (Tell es-Sultan, Jericho) kazan Kathleen Kenyon’un (1906-1978) Neolitik’in daha ayrıntılı anlaşılmasındaki katkıları da kayda değer. 20. Yüzyılın en etkili kadın arkeoloğu sayılan Kathleen Kenyon’un, MÖ 1580’lere kadar kullanılan Eriha’daki kazıları sonucunda ilk olarak Neolitik dönemin çok uzun bir zaman dilimini kapsadığı ortaya çıktı. Kenyon bu uzun periyodu Çanak-Çömlekli ve Çanak-Çömleksiz olarak iki döneme ayırdı.
Neolitik Çağ, günümüzde, Yakın Doğu için kabaca Günümüzden Önceki 11.600-8200 yılları arasını yani MÖ 9.600-6200 bloğunu kapsıyor ve Anadolu’da (Aşıklı Höyük) bilinen ilk bakır kullanımı ile sona eriyor.
Yakın Doğu Neolitik’i bugün, anıtsal, dinsel ve kamusal yapıların, besin üretiminin, yerleşik yaşamın, köylerin ortaya çıkışını ve insanların tarıma, hayvancılığa geçiş aşamalarını temsil ediyor.
Göbekli Tepe’yi de içine alan ülkemizin güneydoğusu ile Güney Filistin, Suriye, İran ve Irak’ın kuzey bölgeleri, “Neolitikleşme” adı verilen bu binlerce yıllık önemli sürecin doğduğu coğrafyadır.
Anadolu Neolitik’i
Arkeolji profesörü Sayın Mehmet Özdoğan’a göre, yaklaşık son 50 yıl öncesine kadar Anadolu’nun Neolitik kültürün doğduğu coğrafyalara dahil olduğu görüşü dahi kabul edilmiyordu. Bu ön yargının en temel sebebi 20. Yüzyılın ortasına doğru ünlenerek bilim dünyasında kabul gören arkeolog Gordon Child’ın Neolitik’e ilişkin kuramının Anadolu’yu bırakın bir Neolitik odak, bir yayılım alanı olarak dahi kurgulamamış olmasıydı. Child’e göre Güney Mezopotamya’daki vahaların çevresinde ortaya çıkan Neolitik kültür, geliştikten sonra kara yoluyla Anadolu üzerinden değil deniz yoluyla Doğu Akdeniz’den Ege ve Balkanlar’a yayılmıştı.
İşin garibi, esasen, daha Osmanlı döneminde başlayan Batılı arkeologların kazıları, Anadolu’daki bazı Neolitik buluntuların ve katmanların varlığını zaten ortaya çıkarmıştı. Bununla beraber İngiliz arkeolog James Mellaart’ın 1960’ların başında yürüttüğü Çatalhöyük kazısı dünyayı Anadolu’nun Neolitik yüzüyle tam anlamıyla tanıştırana kadar bu arkeolojik bulgular bir nevi yok sayıldı.
Yine de aynı yıllarda Halet Çambel ile Robert Braidwood’un Anadolu Neolitik kültürlerine yönelik alan çalışmaları ve başta Çayönü olmak üzere önemli kazılar gerçekleştirmeleri sürece önemli bir ivme kazandırdı.
Doğrusu, benim de tanıma şerefine eriştiğim merhume Halet Çambel’in (1916-2014) Türkiye Neolitik arkeolojisine katkısı son derece önemlidir. Denebilir ki Halet Çambel, Anadolu Neolitiki’nin anasıdır. Çünkü Çambel’in Braidwood’u keşfedip onu ve ekibini Türkiye’ye daveti ve İstanbul Üniversitesi’nde dersler ve Neolitik çağa ilişkin seminerler vermesini sağlaması (1963-1964) öncesinde, Türkiye üniversitelerindeki arkeoloji bölümlerinde, Neolitik çağ oldukça önemsiz görülüyordu. Dolayısıyla herhangi bir Neolitik uzmanı da yoktu. Çambel’in doğa bilimcileri de dahil ettiği Türk grup ile Braidwood‘un ekibinin Neolitik çağa ilişkin ortak alan araştırması yapmaları ve sonrasında Çayönü kazılarının gerçekleşmesi, Türkiye’deki üniversitelerde Neolitik Anadolu algısını tamamen değiştirmeyi başardı.1960-1980 yılları arasında Neolitik kültürün doğuşuna ilişkin kazılar yoğun olarak Filistin’de yürütülüyordu. Buralardan gelen sonuçlara göre yerleşik yaşama geçilen ilk köylerin söz konusu bölgede olduğu, kuzeye doğru buradan yayıldığı kabul ediliyordu (Levant Önceliği ekolü).
Bu anlamda, 2000’li yıllara kadar Çayönü dâhil olmak üzere Anadolu’nun Neolitik kültürleri Çanak-Çömleksiz Neolitik dönemin ikinci bölümüne yani PPNB’ye dahil edilmekte ve “İkincil Neolitik” olarak tanımlanmaktaydı. Ülkemizde yapılan kazıların sayıca az olması, buluntuların sıra dışılığına karşın anlaşılmasını geciktirmiş olabilir.
Anadolu’da 2000’li yıllara doğru ve sonrasında yapılan kazılar, baraj kurtarma kazılarının da büyük etkisiyle arttı. Nevalı Çori, Hallan Çemi, Körtik Tepe, Gusir Höyük, Hasankeyf Höyük gibi çok önemli Epipaleolitik-Neolitik alanlar Dicle ve Fırat boylarında yapılan kurtarma kazıları ile ortaya çıkarıldı.
Kurtarma kazıları bağlamından ayrı olarak Göbekli Tepe, Gürcü Tepe, Karahan Tepe, Harbetsuvan Tepesi, Aşıklı Höyük gibi arkeolojik alanlarda yapılan kazılar da Anadolu ya da Kuzey Mezopotamya Neolitik döneminin ezber bozucu niteliğini ortaya koymuş oldu. Yine de bugüne kadar Anadolu’da Neolitik çağa ilişkin arkeolojik kazıların sayısı sadece 70’i aşıyor. Oysa Levant bölgesinde bu sayı 300-400 civarında.
Neolitik’in bu yepyeni okumasına göre, Anadolu’da tarım ve hayvancılık, yerleşik yaşamın ardından gelmekte. Gordon Child’dan bu yana hakim olan doğal ortamın zorlaması sonucu tarım ve hayvancılığa geçildiği görüşü Güneydoğu Anadolu’da adeta ters-yüz oldu. Zira Anadolu’nun Holosen sonrası doğal çevresi herhangi bir zorunluluk gerektirecek fakirlikte değildi. Buna rağmen Anadolu’nun ve galiba dünyanın ilk köyleri (Hallan Çemi, Körtik Tepe, Gusir Höyük, Demirci gibi) avcı-toplayıcı yaşam biçimini sürdürmeyi tercih eden insanlar tarafından kurulmuş ve binyıllarca kullanılmıştı. Şu da bir gerçek ki, Anadolu’da PPNA ve PPNB dönemlerinde yürütülen tarım ve hayvancılık hazırlıkları, her bir arkeolojik alanda farklı tarihlerde ve farklı unsurlarla, çok yavaş hayata dahil edilmiş. Tam anlamıyla tarımın yapıldığı dönem çanak-çömlek kullanımını da içeren MÖ 8. Bin yılın başlarını bulmakta.
Öte yandan, Göbekli Tepe ve öncesinde, Güneydoğu Anadolu’daki Neolitik alanlarda kamusal yapılar ve anıtsal/kültsel yapılar da gün yüzüne çıkartıldı. Bunlar ya yerleşim alanı içerisinde farklı özellikte bir mekân (Çayönü, Navalı Çori, Gusir Höyük, Hallan Çemi’de olduğu gibi) veya Göbekli Tepe ve Karahan Tepe gibi tamamen farklı bir bölgede son derece karakteristik unsurlar içeren özellikte inşa edilmiş.
Kültsel yapıların dikilitaşlar, figürinler (heykelcikler) barındırması yanında, terrazzo (suya dayanıklı, betonumsu sıva) tabanlara ve izleyicilerin oturması için duvarlara bağlı seki/bank tarzı kısımlara sahip olmaları bunların tapınak olarak tanımlanabileceğini gösteriyor.
Sayın Özdoğan’a göre, Güneydoğu Anadolu Neolitik döneminin neredeyse tüm yapıları, kutsal olsun olmasın, tıpkı bir insanı gömer gibi gömülmüş. Bazılarının içine gömmeden önce, tıpkı mezar eşyası gibi, kendi yaşam biçimleri için önem arz ettiği düşünülen bazı nesneler, örneğin heykeller bırakılmış. Bu tavırdan, kutsal ile gündelik yaşamın iç içe geçmiş olduğu sonucu çıkartılabilir. Tapınak olarak değerlendirilen erken dönem yapılarında kutsal, erkek figürler üzerinden soyutlanmış. Antromorfik dikili taşlar erkek heykelleri gibi. Rölyeflerde ve diğer heykellerde erkeklik unsurları sergilenmekte. Bunlarla beraber rölyeflerde ve heykellerde sıkça yer verilen çok çeşitli hayvan betimlemeleri ise inanç sitemlerinde doğaya çok büyük önem verildiğini yansıtıyor.
Bu bahsi, yine Sayın Özdoğan’ın şu ifadesiyle tamamlayalım: “Geçen yüzyılın ortalarında Neolitik Dönem ve Neolitik yaşam biçiminin bilim insanlarının ilgi odağı haline gelmesiyle Neolitik tanımının yüklendiği anlam teknolojiden toplumsal kurguya, beslenmeye ve en sonunda da inancın simgelerine dönüşmüştür. Ancak kavramsal açıdan en çarpıcı değişim Güneydoğu Anadolu’daki ilk Neolitik yerleşmelerin kazılması ile ortaya çıkmıştır.”
Esasen, Childe ve diğer bazı bilim insanlarının ön göremedikleri avcı-toplayıcı toplulukların yüksek bir sosyal organizasyon, hiyerarşi ve iletişim ağı içerisinde kamusal, anıtsal yapılar, ritüel/tapınma merkezleri inşa etmiş oldukları, Göbekli Tepe öncesi yapılan baraj kurtarma ve diğer kazılarla (Nevalı Çori, Gusir Höyük, Çayönü, Hallan Çemi gibi) belli oranda kanıtlanmıştı. Ancak buralarda ortaya çıkarılan yapılar ve T biçimli ya da düz dikilitaşlar arkeoloji bilim çevreleri ve dünya kamuoyunda Göbekli Tepe kadar ses getirmedi.
Bunun sebebi, bu denli eski, büyük ve nitelikli dikili taşların, bu olağanüstü mimarinin, üstelik sadece bir tapınma alanı olduğu anlaşılan Göbekli Tepe’de keşfedilmesi.
T biçimli dikili taşlarla ilk olarak 80’li yılların başında Göbekli Tepe yakınlarındaki (kuş uçumu 40 km) Nevalı Çori’de karşılaşıldı. Buradaki dikili taşlar, Göbekli Tepe’nin II. Katmanındakilerle çağdaş. Bugün, Göbekli Tepe civarındaki Sefer Tepe, Taşlı Tepe, Karahan Tepe, Hamzan Tepe ve Harbetsuvan Tepesi gibi arkeolojik alanların da T biçimli dikilitaşlar barındırdığını biliyoruz. Ancak bugüne kadar yapılan kazıların sonuçlarına göre (bazılarında henüz kazı yapılmadı) bunlar da Göbekli Tepe’deki daha genç katmanla çağdaşlar ve boyları maksimum 1,5 metre civarında.
Elbette ki bu küçük dikilitaşları barındıran arkeolojik alanlarda yapılan ve yapılacak arkeolojik kazılarda, daha alt katmanlarda otaya çıkacak muhtemel dikili taşlarla, Göbekli Tepe’nin eşsizliğini ortadan kalkabilir. Ama temel mesele bu muhtemel tapınakların daha eski ve daha nitelikli olması paralelinde, bu yapılardan elde edilecek bilgilerle insanın avcı toplayıcı dönemine ve yerleşik hayata geçmesine ilişkin dinamiklere ışık tutmak.
Göbekli Tepe’deki kireçtaşı platonun özellikleri, ocaklar ve inşa süreci
(Site blogundaki bilgilere göre) Göbekli Tepe höyüğü, Yukarı Mezopotamya’da, ülkemizin Şanlıurfa şehrinin 15 km kadar kuzey-doğusunda, Harran ovasında yükselen Germuş dağlarının bir tepesinde bulunuyor. Tepenin yüksekliği yaklaşık 770 metre. İnsan eli ile oluşturulmuş Göbekli Tepe höyüğünün yüksekliği ise yaklaşık 15 metre. Göbekli Tepe’nin bulunduğu konum, bölgeye hâkim.
Botanik analizler, bölgenin Neolitik Çağ’da fıstık ve badem ağaçları ile nispeten açık, orman-bozkır karışımı bir bitki örtüsüne sahip olduğunu göstermekte.
Site blogu’ndaki bilgilere göre, höyüğün konumu kalıcı yerleşime uygun görünmüyor, çünkü en yakın su kaynakları höyüğün 5 km kadar kuzeydoğusu ve güneydoğusundaki bölgelerde yer almakta. Bu anlamda, Göbekli Tepe’nin batı yamacındaki bir grup çukur yağmur suyu biriktirmede kullanılmış sarnıçları temsil ediyor olabilir. Toplam kapasitesi 15.300 metreküp kadar olan bu olası sarnıçların tarihlendirmesi henüz yapılmadı. Bunların, yağmursuz yazlar hariç, yaz mevsimi boyunca bölgede toplanan insanların su ihtiyacını karşılayabileceği düşünülüyor.
Öte yandan, bugüne kadar, Göbekli Tepe’ye en yakın Neolitik yerleşimler, su kaynaklarının bulunduğu; höyük yakındaki ovanın etrafında tespit edildi. Şanlıurfa merkezdeki Yeni Yol gibi. Kalıcı bir yerleşim için uygun çevre şartlarına sahip görünmeyen Göbekli Tepe höyüğünün çevreye hâkim yüksek konumu tapınak inşa etmede etkili olmuş izlenimi yaratıyor.
Merhum Klaus Schmidt’in 2011’de yayımlanan bir makalesinde anlattığı üzere, Göbekli Tepe tapınaklarının T biçimli sütunları “çok sert ve oldukça kristalize” kireçtaşından tek parça halinde yapılmış. Bu sütunlar, arkeolojik alanın en dayanıklı unsurları. Neolitik halkların, boyları 5,5 metreyi bulan bu dikili taşları üretmek için en üst kalitedeki kireçtaşına ihtiyaç duydukları anlaşılıyor. Bu gereklilik, tapınakların Göbekli Tepe platosunda dikilmesinin bir başka sebebi olabilir.
T biçimli sütunların taş ocakları da Göbekli Tepe platosu üzerinde, yüzeyde bulunuyor. Dolayısıyla koruma altındaki arkeolojik alan, Eski Taş Çağı’nın taş ustalarının belli bölgelerdeki etkileyici izleri de dahil olmak üzere tüm platoyu kapsıyor.
Nasıl yapılmış olabilir?
T biçimli merkezî dikilitaşlarının her birinin tonlarca ağırlıkta, onları çevreleyen dikilitaşların ise sadece biraz daha hafif olduğu düşünüldüğünde, bu taşları kesme, oyma ve taşımanın hiç de kolay bir iş olmadığını anlaşılıyor.
Çember biçimli yapıların inşa süreçleri üzerinde yapılan incelemeler bunların uzun bir döneme yayılmadığını gösterdi. Buna karşın, inşası bitmiş yapılarda zaman içerisinde yeniden düzenleme, onarım, küçültme veya dikilitaşların farklı yapılarda yeniden kullanımı gibi faaliyetlerin gerçekleştiğine ilişkin çok sayıda veri elde edildi.
Bölgedeki kireçtaşı katmanlarının ortalama kalınlığı 60 santim ile 1,5 metre arasında değişiyor. Dolayısıyla her bir yüzeyden tek bir parça kesilip çıkartılabilmiş. Kireçtaşının çok sert ve kristal halinde olması ve altında yer altı sularının olmaması, oymacılık ve duvarcılık malzemesi olarak onu vazgeçilmez bir ham madde kılmış. Tüm bunlara rağmen en sert kireçtaşı bile çakmaktaşıyla (sert kristal quartz) kolayca şekil vermeye uygun.
Kanallar şeklinde kesiler oluşturarak kireçtaşına istenen şekli vermede, çakmaktaşı deliciler yanında kesilmekte olan kireçtaşı kütlelerinin altının incelenmesi, yukarı kaldırılması vb. işlerde muhtemelen, ahşap takozlar ve kirişler de kullanılmış.
Taş ocaklarında, bazen işlerin iyi gitmediği, taşın damarından kaynaklı zorluklar gibi bazı beklenmedik sorunların ortaya çıkabildiği de olmuş. Bu bağlamda, kesimi tamamlanmak üzereyken öylece bırakılan dikili taşlar ve başka parçalar platoda açıkça gözlemlenebiliyor.
Örneğin, platonun batısındaki taş ocağında bırakılmış T biçimli sütun son derece etkileyici. Bu sütun, Göbekli Tepe’de bulunanların arasında en büyüğü. Boyu 7 metre, kalınlığı ise 1,5 metre. Sütunun taş ocağında bırakılmış olmasının sebebi arkeologlarca tam olarak anlaşılamamış. Çalışma sırasında ortaya çıkan küçük bir çatlak ya da başlangıçta tasarlanan büyüklüğün aşılması gibi sebepler olabilir.
Kireçtaşı T sütunların yapımındaki ikinci aşama onların tapınaklardaki yerlerine taşınması olmalı. Göbekli Tepe’de, mimari tasarımın bu aşamasıyla ilgili herhangi bir ipucu bulunmuyor. Bununla beraber, bir etnografik örnek olarak, günümüzde dahi mezarlıklara taş sütunlar dikilen Endonezya’da bu işin kalaslar yardımıyla yapılıyor olması yol gösterici olabilir.
Öte yandan, Göbekli Tepe’de çalışmış insanların sayısını tahmin etmek de güç. Dikilitaşların taş ocağından tepeye çekilme mesafesi görece kısa: en uzak mesafe 500 metre; en kısa mesafe 100 metre. Ancak ana kayadan yontulan dikilitaşlar büyük ve ağır. Örneğin 7 metre boyundaki terkedilmiş dikilitaş aşağı yukarı 50 ton gibi büyük bir ağırlıkta.
20. Yüzyıl başlarından günümüze ulaşan etnografik kayıtlara göre, Endonezya’nın Nias adasında, 4 ton civarında bir dikili taşı, 3 km’lik bir uzaklığa çekmede 525 erkek 3 gün boyunca ahşap kızaklar kullanarak çalışmış. Böyle bir yüksek katılım, yalnızca işçilerle sınırlı kalmamış da olabilir.
Çünkü yine Endonezya’nın bir başka adasında dikili taşlı mezarların yapımında kullanılan taşların taşınması bir ritüel. Bu nedenle birçok insan bu olaya tanık olmak için faaliyete katılım sağlamış. Dolayısıyla Göbekli Tepe’de de bu anlamda bir katılım gerçekleşmiş olabilir.
Göbekli Tepe’nin modern tarihi
Göbekli Tepe ilk olarak, 1964’te, İstanbul ve Chicago üniversitelerinden Halet Çambel ve Robert J. Braidwood yönetiminde yürütülen “Tarihöncesi Karma Projesi” projesi kapsamında, höyük üzerinde yapılan arkeolojik yüzey etüdüyle fark edildi ve raporlaştırıldı.
Bu ilk keşfin ardından arkeolojik kazılar Göbekli Tepe’de değil, aynı proje kapsamında Diyarbakır, Ergani yakınlarındaki Çayönü’de başlatıldı.
1980’li yıllarda, Göbekli Tepe’de rastlanılan birkaç buluntu bölgede yaşayan çiftçiler tarafından Şanlıurfa müzesine teslim edildi. Bununla beraber, Göbekli Tepe’nin kaderi Klaus Schmidt’in 1994’te arkeolojik alanı tekrar keşfiyle değişti.
Site blogundaki yazıya göre, 30 yıl sonra yeniden geldiği Göbekli Tepe platosu yüzeyindeki terkedilmiş kireçtaşı bloklar, Klaus Schmidt’e, Nevali Çori’deki T biçimli dikili taşları çağrıştırmıştı.
Sonraki yıl, 1995’te, Şanlıurfa Müzesi ve Alman Arkeoloji Enstitüsü işbirliğiyle kazılar başladı. Daha sonra Göbekli Tepe kazı başkanlığı, Klaus Schmidt’e verildi. Schmidt bu görevi 2014 yılındaki ani ölümüne kadar sürdürdü.
Kazılar hâlen Müze başkanlığında ve Alman Arkeoloji Enstitüsü ile yakın işbirliğiyle devam ediyor.
Göbekli Tepe’nin kazılması süresince elde edilen buluntuların en önemlileri, dinî ya da ritüel amaçlı olduğu düşünülen T biçimli dikili taşlar. Bu tip taşlar yakındaki Nevali Çori’nin sadece bir yapısı içerisinde bulunurken, Göbekli Tepe’nin bütününde mevcut. Böylece, bu dağ tepesinin bir yerleşim yeri değil bir tapınma olduğu ileri sürüldü ve bu yaklaşım, akademik çevrelerde büyük etki yarattı.
Göbekli Tepe’nin hâlen devam eden kazılarıyla dünyanın bilinen en eski ve en görkemli dinî mimarisi ortaya çıkmış oldu. Yeraltı görüntüleme sonuçlarına bakılırsa, arkeolojik kazılar uzun yıllar devam edecek.
Ve elbette şu da çok önemli bir gelişme: Göbekli Tepe höyüğü çevresindeki arkeolojik bölge 2018’de UNESCO Dünya Kültürel Miras listesine girdi.
UNESCO’nun miras listesinde Göbekli Tepe arkeolojik bölgesi 587 hektarlık büyük bir arazi olarak tanımlanmış. Arkeolojik yerleşim ise bu arazi içerisindeki 126 hektarı kapsıyor. Arkeolojik yerleşim içerisinde, 300 x 300 metre boyutlarındaki kazı alanı ve höyük yamaçlarındaki kireçtaşı ocakları bulunmakta.
Katmanlar, tarihlendirmeler
Göbekli Tepe’nin en eski III. katmanı günümüzden yaklaşık 12 bin yıl önceye yani Çanak Çömleksiz Neolitik A çağına (PPNA- MÖ 9.600-8.800) tarihlendiriliyor. Bu tarih Paleolitik/Eski Taş Çağı’nın son bin yılları (Epipaleolitik MÖ 21.000-9600) ve Neolotik/Yeni Taş Çağı’nın başlarını kapsamakta.
Onun üzerindeki II. katmanın tarihi ise günümüzden yaklaşık 11.000 yıl önceye yani Çanak Çömleksiz Neolitik B çağına (MÖ 8800-8000) tarihlendiriliyor.
Çanak-Çömleksiz Neolitik Çağ’ın erken ve orta dönemlerinde (MÖ 9600-8000) inşa edilen bu olağanüstü anıtsal mimarinin tarihlendirilmesi, yalnızca karakteristik buluntularla değil radyo karbon verilerle de doğrulanmış durumda.
Bilindiği gibi radyokarbon ölçümü organik kalıntılar üzerinde yapılabiliyor. Ancak iklim koşulları nedeniyle Göbekli Tepe’de kalojen içeren bitki kalıntılarına nadiren rastlanabiliyor. Bu sebeple ilk radyokarbon ölçümleri 2010 yılında, D çemberinin çeper duvarlarındaki balçık sıvada bulunan karbon tortuları ile hayvan dişlerindeki besin kalıntıları üzerinde yapılabildi. Kazı ekibine göre, 2011 yılı radyokarbon ölçümleri için şanslı bir yıldı. Çünkü kalıcı koruma çatısı inşa edilirken kazılan temelde, ilk kez zengin bitkisel kalıntılar içeren tortular keşfedildi.
Göbekli Tepe mimarisinin en eski olan III. katmanında T biçimli dev kireçtaşı sütunlar, çemberimsi yapılara dikilmiş. Çemberlerin çapları ise 10 ile 30 metre arasında değişiyor.
Her biri araziden tekparça halinde kesilmiş olan T biçimli dikili taşların bazıları, 8-10 tona varan ağırlığa ve 5-5,5 metreyi bulan yüksekliğe sahip. Bunlar, yine kireçtaşından yontulmuş taşlardan örme duvarların arasına geçirilmek suretiyle ve duvarı içten çevreleyen seki/bank görünümlü yapılarla bağlanmış. Çemberlerin merkezinde, çevrelerindekilerden daha yüksek boyda iki büyük T biçimli dikilitaş bulunuyor. Bu dikilitaşlar birbirlerine bakmakta. Çemberlerin plan üzerindeki harf sırası, gün yüzüne çıkarılma tarihleriyle ilgili olarak verilmiş.
II. Katmanda, büyük çemberimsi yapılar bulunmuyor. Bunun yerine, daha küçük ve kare planlı yapılardan oluşuyor. T biçimli dikilitaşlar ise alttaki katmana göre daha kısa ve küçük. Boyları yaklaşık 1,5 metre. Ortaya çıkarılmış kare planlı mekânların sayısının, çember biçimlilere göre çok daha fazla olmasına karşın (en az üç kat fazla) içlerinde ya çoğunlukla sadece iki küçük merkezi T dikilitaş var ya da hiç dikili T taş yok.
En üst katman olan I. Katman ise doğal erozyon ve günümüz tarım faaliyetlerinden kaynaklı, büyük miktarda çökelti yığınından oluşuyor.
Erken dönem çember yapıları, Göbekli Tepe arkeolojisinin en etkileyici kısmını oluşturmakta. 2003 yılında yapılan jeomanyetik araştırmanın radar verileri, çembersi yapıların sadece höyükle sınırlı olmadığını, tüm siteye yayılmış halde olduğunu ortaya koydu. Bu araştırmaya göre, hâlen, A’dan I’ya kadar kazılan 8 çembere ilaveten, 10 büyük çembersi yapı daha yer altında bulunmakta.
Esasen, Yukarı Fırat bölgesindeki Erken Neolitik dönemin kültsel ya da tapınak mimarisi, Çayönü (MÖ 9200-6000, 3000 yıllık yerleşim) ve Nevalı Çori (MÖ 8800-7000) kazılarında, evsel yapılar yanında ortaya çıkarılan kare biçimli yapılardan bilinmekteydi.
Bu önemli arkeolojik alanlardan biraz olsun bahsetmek, Göbekli Tepe’nin daha iyi anlaşılması için büyük fayda taşıyor. Diyarbakır’ın Ergani ilçesi yakınındaki Çayönü, Göbekli Tepe’nin aksine bölgedeki su kaynağının, Boğazçay’ın yanında, yüksekte değil alçakta, tarlaların hizasında konumlanıyor.
Çayönü’nün en eski yuvarlak planlı sade yapılar katmanı ve onun üzerindeki “ızgara planlı” yapılar katmanı, Göbekli Tepe’nin en eski III. Katmanı (PPNA) ile çağdaş sayılabilir. Yine Çayönü’deki “taş döşeli yapılar” evresindeki yapılar terrazzolu, saltaşlı ve kafataslı olarak tanımlananlar dahil, Göbekli Tepe’nin II. Katmanı (erken PPNB) ve aynı zamanda Nevalı Çori ile çağdaş gözükmektedir.
Yukarı Fırat boyunda son yirmi yılda yapılan kazılar gösterdi ki MÖ 10. ve 9. binyıla tarihlendirilen, ilk köy yerleşimlerinin neredeyse tümünde yaşam alanları, çalışma alanları ile “özel yapılar” olarak adlandırılan, görünüşte kamusal ya da ritüel/dinî faaliyetler için üretilmiş ortak alanlar birbirinden konum olarak ayrılmış. Bu “özel yapıların” karakteristik özelliği, duvarların iç çeperini çevirecek şekilde inşa edilmiş sekiler, zengin ve ayrıntılı iç donanım, sıradışı dikili unsurlar, heykeller ve insan gömüleri gibi buluntular. Nevalı Çori’deki “Terrazo yapı”, Çayönü’nün “Kafataslı yapı”, “terrazo tabanlı yapı” ve “saltaşı döşemeli yapı” (terimler Özdoğan) bu tür binaların örnekleri arasında.
Göbekli Tepe’de bu şekilde ayrıntılarıyla yayımlanmış tipik yerleşik yaşam mimarisinin izleri henüz kanıtlanamadı. Ancak bahsi geçen özel binalar, bulundukları alanlar içerisinde genellikle istisna olsa da Göbekli Tepe’de, tapınaklar şeklinde, neredeyse genel kural teşkil ediyor.
Oraya gelenler Kimlerdi?
Göbekli Tepe’yi inşa eden ve tapınma, şölen gibi dinsel, sosyal amaçlarla toplandıkları düşünülen geç Taş Çağı insanları buraya, yarıçapı yaklaşık 200 km olan bir coğrafyanın çeşitli yerlerinden geliyordu. Bu yorumun kanıtı, Göbekli Tepe’deki kazılarda ortaya çıkarılan başka yerleşimlere ait ok uçları ve obsidyenden yapılma bıçaklar.
En eski olan III. Katmanda bulunan ok uçları, (Filistin) el-Khiam, (Mısır) Helwan, (Suriye) el-Aswad tipi ok uçlarını içermekte.
II. Katmanda ise bolca (Lübnan) Byblos ve (Suriye) Nemrik tipi (baklava dilimi ve yaprak biçimli) ok uçları bulundu. Buna karşın Nevalı Çori tipi ok ucu ender olarak mevcut.
Obsidyen madeni Göbekli Tepe yakınlarında bulunmuyor. Buna rağmen Göbekli Tepe’de obsidyenden yapılmış bıçaklar da bulundu. Dolayısıyla, Göbekli Tepe’deki avcı-toplayıcıların coğrafik aidiyetleri oldukça geniş yelpazeli sayılabilir.
Göbekli Tepe’nin iki ayrı katmanındaki tapınaklar, yaklaşık 800’er yıl kullanımın ardından bilinmeyen sebeplerle gömülmüş. Bu aşamaların bazı kutsal davranışlar, ritüeller eşliğinde gerçekleşmiş görünüyor: sembolik eşyaların çemberlerin içine özenle gömülmesi gibi.
Göbekli Tepe Sembolizmi: Antropomorfizm
Bilindiği gibi, Göbekli Tepe’deki T biçimli dikilitaşlar sitenin en meşhur ve en karakteristik unsuru. Çember biçimindeki yapıların kesin olarak tanrıları ya da tanrısallığı barındırıp barındırmadığını bilemiyor olsak da çemberlerin merkezi ve etrafına konumlandırılmış T biçimli, insana benzetilmiş, yekpare dev dikili taşların çemberlerin ana unsuru olduğunu görebiliyoruz.
D çemberi, en büyük ve günümüze en sağlıklı şekilde ulaşmış yani en iyi korunmuş çember. Bu nedenle T biçimli taşları bu çember üzerinden anlatmaya çalışacağım.
D çemberi, diğerleri gibi, merkezindeki devasa iki T biçimli dikilitaş, etrafını çember biçiminde saran daha küçük boyuttaki, yine T biçimli dikili taş ile çevrilmiş.
Çemberdeki dikili taşların çoğuna, rölyef tekniğiyle çeşitli hayvan figürleri işlenerek sembolik bir anlatım kazandırılmış. Yılan, tilki, kuş, turna, ördek, leylek gibi hayvan figürleri bu çemberde en fazla kullanılan türler. Bunların yanında yaban domuzu, yaban sığırı, geyik, yaban eşeği gibi hayvan figürleri de kullanılmış.
Merkezdeki iki dikilitaştan her birinin yüksekliği 5,5 metre, ağırlığı ise 8 ton civarında. Bu taşların üzerine dikildiği kaidelerin kalınlığı ise şaşırtıcı: sadece 20 cm!
Bu durum dikilitaşların, belki bir çatıya bağlı, çapraz kolonlarla desteklenmiş olabileceği fikrini uyandırıyor. Her koşulda, incelikli mühendislik hesaplarını gerektirdiği ortada.
Kaideler ve çemberin yekpare zemin taşı pürüzsüzleştirilmiş. Kaidelerden doğu yönünde olanının yan yüzü ise ördek rölyefleri dizisi ile süslenmiş.
Merkezi sütunların insan biçimli (antropomorfik) soyut tasarımları rahatlıkla gözlemlenebiliyor. Bununla beraber tasarımın gerçek insan boyutlarını fazlasıyla aşmasının bilinçli olarak tercih edildiği söylenebilir. Çünkü aynı döneme tarihlendirilen Balıklıgöl ya da Urfa Adamı heykeli gerçek insan boyutlarına sahip ve bu anlamda bilinen ilk heykel.
İnsan biçimli dikili taşların, üstteki yatay dikdörtgeni, insan başının soyutlaması gibi. Yüzü temsil eden bölge boş bırakılmış. Ama bu bir genel yaklaşım değil. Hem Urfa Adamında hem de Göbekli Tepe’de çıkartılan insan biçimli heykeller ile baş heykellerinde, yüz unsurları gözlemlenebiliyor.
Göbekli Tepe Sembolizmi: H, Ay ve Güneş sembolleri
Başın hemen altında, insanın ön cephesini temsil ettiği anlaşılan sütunun dış yan yüzünde, yaka izlenimi veren simetrik ve paralel iki yan çizginin arasında bir kolye gibi resmedilen H motifi bulunuyor.
Hemen altındaki ay ve yıldızı çağrıştıran soyutlama da açıkça belli olan rölyeflerden. Tıpkı Sütunun yanlarındaki kollar ve diğer rölyeflerde olduğu gibi.
Örneğin, karın bölgesinin üzerinde resmedilmiş ellerin beş parmağı tek tek sayılabiliyor. Karnın hemen altından arkaya doğru dolanmış olarak resmedilen kemer ise tokalı bir kemer izlenimi yaratıyor. Tokanın üzerinde, boyunda resmedilen H ve Ay simgeleri tekrar kullanılmış.
Kemer, altından sarkan hayvan postu giysiyi tutmakta. Postun uzun kuyruğu ve ayak rölyefleri tilki kürkünü andırıyor.
D çemberi beraberinde biraz da Göbekli Tepe’nin bütünündeki sanat ve sembolizm üzerinde konuşalım.
Göbekli Tepe Sembolizmi: “Hayvanat Bahçesi”
Doğrusu, Göbekli Tepe’de tasvir edilen etkileyici hayvanların geniş yelpazesi düşünüldüğünde, Klaus Schmidt’in “Taş Devri hayvanat bahçesi” ifadesi son derece yerinde bir benzetme olarak değerlendirilebilir.
Ayılar, yaban domuzları, yılanlar, tilkiler, yaban kedileri, yaban öküzleri, ceylanlar, dört ayaklı değişik hayvanlar, sürüngenler, kuşlar, örümcekler, böcekler, akrepler ve daha pek çoklarına çemberlerde yer verilmiş. Ancak, bu hayvanat bahçesini andıran topluluk için bazı temel ayrımlar da var.
Her bir çembere resmedilen hayvanların ağırlıklı olarak dağılımı farklı. Örneğin, A çemberinde yılan figürleri ön planda iken B’de tilki tasviri baskın. C çemberinde yaban domuzuna, D çemberinde ise kuşlara ve yılanlara önemli yer verilmiş. Bu farklılıklar, çemberleri inşa eden değişik grupların kimliklerine ilişkin sembolik tanımlamalar (totemler) olabilir. Bu anlamda, farklı çemberler farklı sosyal gruplara hizmet etmiş olabilir.
Özellikleri şu an için tartışmaya açık bu sosyal gruplar hakkında bazı tahminler yürütülebilir. Bununla beraber, Göbekli Tepe ile ilgili olarak, sosyal gruplar, hiyerarşi ve organizasyonun var olduğunu iddia etmek akla yatkın duruyor.
Sosyal hiyerarşi ve organizasyon
Site blogunda kazı ekibinden uzmanların verdiği bilgilere göre, en eski katmana ait arkeolojik veriler arasında sembolik anlamda sosyal eşitsizliğe işaret eden bulgular mevcut.
Tapınak çemberlerinin düzenine bakıldığında, çemberin etrafına dizilen antropomorfik T biçimli küçük dikilitaşlar, merkezdekilere bakacak şekilde yerleştirilmiş. Dolayısıyla, burada tasvir edilen fenomen birbiri ile eşit varlıklar arasında gerçekleşmiyor.
Göbekli Tepe’de, büyük olasılıkla “Urfa adamı”na benzer başka heykellerin parçası olan, kireçtaşından yapılmış, gerçek boyuta yakın çeşitli insan başı heykelleri bulundu. Boyun kısmından bilinçli olarak kırılan heykel başlarının birçoğu, yapıların toprak dolgu ile örtülme süreci sırasında T-biçimli dikilitaşların yakınına yerleştirilmiş.
Heykel başlarının dikilitaşlar ile olan ilişkileri kesin olarak bilinmemekle birlikte, dikilitaşlar üzerinde betimlenmiş bu soyut varlıklara kıyasla bir başka hiyerarşik seviye veya sınıfı temsil ediyor olabilecekleri düşünülüyor.
Dolayısıyla, Göbekli Tepe insanlarının manevi dünyalarında bir hiyerarşik algının var olduğu ileri sürülebilir. Burada sorulması gereken asıl soru, gerçek hayatta da böyle bir hiyerarşik yapının olup olmadığı.
Bu anlamda doldurma toprak içerisinde bulunan az sayıdaki Nemrik tipi taş âsâ ile taştan düğmelerin hiyerarşiye işaret ettiği düşünülüyor. Nemrik tipi asalar Hallan Çemi, Nevalı Çori, Ebu Hureyre, Mureybet, Jerfu’l-Ahmer ve Dja’de (PPNB) gibi yerlerde de mevcut. Bunların gerçek fonksiyonu tartışma konusu.
Öte yandan, yakındaki yerleşimlerden bilinen bazı nesne sınıfları Göbekli Tepe’de tespit edilmedi. Örneğin, bızlar ve kemikten ok uçları neredeyse tamamen yok. Öyle anlaşılıyor ki bu araç-gereçle yapılan işler burada gerçekleştirilmemiş. O halde, bunları yanında taşıyan topluluklar Göbekli Tepe’de bulunmamış olabilir.
Yine de buraya gelen çok sayıda insanın, hiyerarşik bir örgütlenme olmadan, kireç taşı yataklarından yekpare olarak kesip kaldırdıkları tonlarca ağırlıktaki taşları ve yiyecek teknelerini tapınak alanına taşımış ve mimari plandaki yerlerine dikmiş olmaları düşünülemez.
Bu anlamda, sosyal hiyerarşiye dair bir başka gereklilik, mesleki uzmanlaşma ve işgücü̈ dağılımıdır. Göbekli Tepe’de her ikisinin varlığı da gözlenebiliyor. Uzmanlara göre, T biçimli dev heykellerin ve üzerindeki kabartmaların deneyimsiz kişilerce yapıldığı düşünülemez. Modellerdeki tek biçimlilik, stillerdeki uyum, işlemedeki kusursuzluk gibi özellikler, teknik ve sanatsal yönergelerin uygulandığına işaret ediyor. Dolayısıyla, bunlar yalnızca eğitim-öğretimle ile kazanılabilecek uzmanlık özellikleri.
Bu anlamda, tek parça taşlar, büyük bir işgücü̈ ile kısa bir süre içerisinde taşınmış ve dikilmiş olabilir; ancak taşların yerinden kesilerek çıkarılması, üzerindeki rölyeflerin işlenmesi ve dikilişindeki hassas mühendislik hesaplamaları üst düzey bir uzmanlaşmaya işaret ediyor.
Göbekli Tepe’de kilden figürinlere rastlanmadı. Oysa Nevalı Çori’de, kült binası hariç çok sayıda kilden küçük heykelcikler bulunmuştu. Kült binasında ise taştan heykeller ve T biçimli dikili taşlar vardı. Bu anlamda, kil ve taş heykeller iki farklı görev grubunu oluşturabilir: İlki evsel mekânlar, ikincisi ise kült/ayin yapıları ve Göbekli Tepe’de karşılaştığımız tapınaklar.
Göbekli Tepe’deki resimlemeler sadece erkeklik unsurları barındırıyor. Evlere ilişkin buluntular eksikken, çağdaş yerleşim bölgelerine göre çok daha büyük çapta çakmaktaşı yontucu ve düzleştirici var.
Bu bağlamda, Göbekli Tepe, toplumun sadece bir kesimini oluşturan erkek avcılara özel bir yer olduğu ve sadece onların düşünce dünyalarının temsil edildiği de düşünülebilir.
Göbekli Tepe’deki dikili taşlar üzerinde ölümü çağrıştıran tasvirler ise burada ölüm ve yeniden doğumu temsil eden sembolik törenlerin de yapılmış olabileceğini akla getiriyor.
Öte yandan son yıllarda çemberlerin gömülmesi için kullanılmış toprak içerisinde parçalanmış halde bulunan kafataslarının özellikleri avcı toplayıcıların atalar kültüne ya da kafatası kültüne sahip olduklarını gösteriyor olabilir.
Yapılan bilimsel araştırmalara göre, öldükten sonra iskeletten çıkartılan bu kafataslarının bazılarına farklı işlemler uygulanmış. Modifiye edilmiş, yani üzerinde bazı değişiklikler yapılmış üç kafatasının her birinin üzerine kazıma suretiyle değişik çizgiler oluşturulmuş. Ayrıca, her birinin üzerinde delikler açılmış. Bu deliklerin kafataslarını asarak sergilemek için kullanıldığı düşünülüyor. Kafatası kemikleri üzerinde tarihlendirme yapmak için gereken kolajen dokusu bulunmadığı için tarihlendirme yapılamamış.
Yukarı Mezopotamya ortak sembolizmi
Yukarı Mezopotamya’daki evsel, kamusal ve kült yapılarının, kerpiç kullanımı, ahşap desteği, kare ya da yuvarlak planlı olmaları gibi farklı mimari özellikleri olsa da Göbekli Tepe ile ortak bir sembolizmden söz edilebiliyor.
Örneğin, Jerfü’l-Ahmer, Tell Qaramel, Tell Abr, Dja’de ve Körtik Tepe’de gövde düzleştiriciler ve plaketler üzerine resmedilen yılanlar, akrepler, dört ayaklı hayvanlar, böcekler ve kuşlar Göbekli Tepe’de sadece dikilitaşlarda değil oradakilere benzer eşyalar üzerinde de kullanılmış. Göbekli Tepe’de ortaya çıkartılan küçük plaket bu anlamda dikkat çekici.
Plaketin üzerindeki yılan, insan ve kuş figürleri Jerfü’l-Ahmer’de insan yerine tilki kompozisyonu ile; Tell Abr 3’te neredeyse tamamen aynı şekilde ve iki kez kullanılmış. Yine aynı hayvanlar dizisi, Hallan Çemi’deki taş kupalar ve çanaklar üzerinde de mevcut. Bu ince çeperli taş kapların kırık parçalarına Göbekli Tepe, Çayönü, Nevalı Çori, Cerfu’l-Ahmer, ve Tell Qaramel’de rastlandı. Bununla beraber, Körtik Tepe’de mezar eşyaları olarak aynı türden pek çok sağlam taş kap bulunmakta.
Sonuç olarak, zaman zaman altını çizdiğimiz gibi, avcı-toplayıcı atalarımız Son Buzul Çağı’nda milyonlarca yıl, yaşama uygun çevreleri arayarak ve buldukları doğal ve geçici korunaklarda barınarak dolaştılar. Günümüzden yaklaşık 12 bin yıl önce, iklim iyileşip şu an içinde olduğumuz Holosen’e, dönünce, yaşam koşulları nispeten iyileşti ve çoğalıp hareketlendiler.
Onlar bu yüzyıllarda, kutsalla ilişkilerinden kaynaklı olduğu anlaşılan motivasyonlarla, dünya üzerinde bilinen ilk karmaşık ortaklaşa kültür eserini inşa ettiler. Dolayısıyla, en azından onlardan daha eskisi ve görkemlisi bulununcaya kadar, Göbekli Tepe’deki tapınaklar, insanlığın uygarlık tarihi için eşsiz ve çığır açıcı olmaya devam edecek.
Kaynaklar
https://whc.unesco.org/en/documents/160481
https://arkeofili.com/neolitik-devrim-nedir/
https://tepetelegrams.wordpress.com/the-research-project/
https://tepetelegrams.wordpress.com/2016/06/22/how-old-ist-it-dating-gobekli-tepe/
https://www.dainst.blog/the-tepe-telegrams/faq/
https://www.dainst.blog/the-tepe-telegrams/tag/symbolic/
https://tepetelegrams.wordpress.com/2016/05/18/who-built-gobekli-tepe/
https://www.dainst.blog/the-tepe-telegrams/2019/05/09/cereals-feasts-and-monuments-at-gobekli-tepe/
https://journals.plos.org/plosone/article?id=10.1371/journal.pone.0215214
https://oi.uchicago.edu//sites/oi.uchicago.edu/files/uploads/shared/docs/prehistoric_research.pdf
https://arkeofili.com/gobekli-tepe-ile-ilgili-tum-merak-etttikleriniz-jens-notroff-roportaji/
https://arkeofili.com/gobeklitepeyi-yapanlar-kimdi-prof-dr-mehmet-ozdogan-roportaji/
https://arkeofili.com/gobekli-tepede-tahil-isleme-sureci-arastirildi/
https://revije.ff.uni-lj.si/DocumentaPraehistorica/article/view/37.21/1713
http://quaternary.stratigraphy.org/major-divisions/
https://www.researchgate.net/publication/326957587_Middle_East_Epipaleolithic
https://www.persee.fr/doc/paleo_0153-9345_1988_num_14_2_4466
https://www.wikiwand.com/en/Epipalaeolithic_Near_East
https://www.academia.edu/6749368/Our_Place_Our_Place_in_the_World._Newsletter._January_2014
https://journals.openedition.org/palethnologie/534?lang=en
https://www.aktuelarkeoloji.com.tr/cayonu-0
https://www.smithsonianmag.com/history/the-seeds-of-civilization-78015429/
https://journals.plos.org/plosone/article?id=10.1371/journal.pone.0031447
https://www.persee.fr/doc/paleo_0153-9345_2009_num_35_2_5303_t10_0125_0000_1