Resim: https://www.salon.com/2014/01/10/climate_change_madness_the_fate_of_the_planet_now_depends_on_kickstarter/
Mads Nordmo Arnestad
Hepimiz bir
plastik torbayı geri dönüştürürsek bu malzemeyi 28.906 park bankının yapımında kullanabileceğimizi
biliyor muydunuz? Peki, iklim krizini bile çözeceksek, böyle düşünmeyi
bırakmamız gerektiğini biliyor muydunuz?
Eğer herkes
x’i yapmış olsaydı, y'yi kurtarabilirdik, mantığı sürdürülebilir tüketimi
motive etmek için sıklıkla kullanılan ütopyacı klişelerin temel yapısıdır.
Temel mantık, her tüketicinin gelecek nesillerin ihtiyaçlarını tehlikeye atacak
mal ve hizmetlerden kaçınması durumunda dünyayı kurtarabileceğimizdir. “Küresel
düşün, yerel hareket et”. Her tüketicinin yapması gereken davranışların listesi
de giderek artıyor. Bunlar, bilinenlerden -geri dönüşüm ve iklim dostu
taşımacılığın kullanılması gibi- garipliklere -bahçeyi döllemek ve özünüzü
onurlandırmak için kendi dışkınızı kullanmak gibi-, değişiyor. Bazı öneriler kulağa
hoş geliyor -bir Tesla [elektrikli araba] satın alın- diğerleri ise neredeyse
kötü -köpekleri evcil hayvan olarak sahiplenmeyi bırakın. Tüm bu öneriler iyi
niyetli olsa da, nâfilelikleri iklim uzmanları tarafından yerilmiştir. Her
onarıcının, kendi toplam tüketiminin sınırlarında dolanması sorunu çözmeyecektir.
Batı yarım
kürede, “sürdürülebilirlik” hakkında asla yeterince konuşulmadı. Buna karşın,
küresel emisyonlar artmaya ve gezegen ısınmaya devam ediyor. Sürdürülebilir
tüketim fikrini tamamen reddetmenin zamanı geldi. Tek başına insancıkların iklim
kriziyle başa çıkmak için yetersiz donanıma sahip olduğunu ve onları, sorumlu
tüketici fikrine inandırmanın tehlikeli bir şekilde dikkat dağıtıcı olduğunu
anlamamız gerekiyor. Politik ve düzenleyici sorumluluğu, süpermarkette kişisel
tercih meselesi olarak çerçevelemeye devam edersek, etkili bir iklim çözümü
neredeyse imkânsız hale getiririz. Bunun nedenini anlamak için psikolojiyi hesaba
katmalıyız.
Sorumluluğun
yayılımı
Sürdürülebilir
tüketimin, neden kaçınılmaz olarak başarısız olacağının birinci sebebi,
sorumluluğun yayılımını teşvik etmesidir: sorunları çözme sorumluluğu
seyirciler arasında bölünmüştür. Sorumlu tarafların sayısı arttıkça, her bir bireyce
hissedilen göreceli sorumluluk hissi azalır. Bu yaygın sosyal fenomen [Seyirci Kalma Etkisi], sayısız deneyde,
sosyal bilimin birkaç dalında gözlenmiştir. İklim krizini bireysel tüketicilerin omuzlarında
çözme görevi üstlenerek, %100 sorumluluğu yaklaşık 5 milyar yetişkin bireye
etkin bir şekilde bölüp her tüketiciye minicik bir sorumluluk kıymığı
bırakıyoruz. Halbuki, her birey tüketiminin ihtiyaç ve isteklerine uyduğundan
emin olmaktan %100 sorumludur. Dolayısıyla, bireysel ihtiyaçlarımız ve
arzularımız ile temiz su ya da temiz hava gibi bir ortak yarar arasındaki seçimde
küçük bir sorumluluk payı ile karşı karşıya kaldığımızda, bireysel
ihtiyaçlarımız ve arzularımız, ortak yararı korumak adına kollektif sorumluluğu
göz ardı etme eğiliminde olacaktır. Bu durum kaçınılmaz olarak ekonomistlerin “müştereklerin trajedisi” olarak adlandırdığı şeye, yani her
bireyin sınırlı, ortak yarar peşinde koşmak yerine kendi çıkarlarına göre
hareket etmesinden kaynaklı yıkıcı sonuçlara yol açar. Dahası, bireysel
tüketiciye büyük bir sorumluluk yüklersek politikacılara ve şirketlere daha az
sorumluluk tahsis edilecektir. 100 firmanın, tüm emisyonların %
71'inden sorumlu olduğu ve politikacıların emisyonların
uzun vadeli etkilerine karşı koymak yerine kısa görüşlü popülizmi seçip seçmeme
ikilemiyle karşı
karşıya kaldığı küresel bir pazarda sorumluluğu, neredeyse güçsüz bireysel
tüketicilere vermenin ancak eser miktarda bir anlamı olabilir.
Kapsam
Algısı İhmali
Sürdürülebilir
tüketimin başarısızlığa uğramasının bir başka önemli nedeni de insanların
problemleri algılama eğilimini içerir. Gündelik bilişsel makinemiz hesap
yapamama eğilimindedir ve bu nedenle farklı büyüklükteki problemlere farklı
tepkiler verememektedir. Desvousges ve meslektaşları tarafından yapılan klasik
bir psikolojik çalışmada katılımcılara, petrol havuzunda boğulan 2.000, 20.000
veya 200.000 göçmen kuşu kurtarmak için ne kadar bağış yapmak istedikleri
soruldu. Cevaplar sırasıyla 80, 78 ve 88
dolardı. Eğer
insanlar rasyonel problem çözücüler olsaydı, en azından varsayımsal bir kurguyla,
on kata karşı on kat arttırmaya istekli olurlardı. Oysa insanoğlu, bu tür
durumlara sezgisel olarak yanıt veriyor; petrole boğulmuş bir kuşun görüntüsü tahayyül
edip söz konusu görüntünün duygusal gücü ve değerine uygun hissettiren miktarı ödemesinde
olduğu gibi.
Empati
Tuzağı
Fark yaratma
arzumuz olumsuz sonuçlara da yol açabilir. İnsanlardan para bağışlamaları
istenen çalışmalarda, sonuçlar, açlık çeken çocuk sayısının artmasıyla
birlikte, onları kurtarmak için para verme arzusunun azaldığını göstermektedir.
Gerçekten de araştırmalar,
göstermektedir ki sorunun kapsamı ne kadar büyükse, bizler, yardım etmeye o
kadar az motive oluyoruz. Etkili diğerkâmlık, kaynaklarımızı mümkün olduğunca çok kişiye yardım
etmek için kullanmamızı gerektirir. Ancak çözmeye çalıştığımız sorunlar gözümüze
büyük göründüğünde, yalancı-verimsizlik duygusuna kapılırız. Empatimiz, istatistiklerle değil bireylerle alevlenmektedir.
İnsan aynı
zamanda, bir problemin toplam etkisiyle çok az ilgisi olan birçok özelliğine de
duyarlıdır. Sevimli hayvanlara yardım etmekte adamakıllı bir şekilde motive oluruz.
Besleyici içgüdülerimiz pandalar, yunuslar ve bebek orangutanları görünce
harekete geçer. Bebek orangutanlarının çektiği acıyı azaltmak için elimizden
gelen her şeyi yapmak ahlâkî açıdan övgüye değer olsa da bu bizi iklim
değişikliğinin daha acil sorunlarından uzaklaştırabilir. Ölmek üzere olan
mercan resifleri, azalan kuş ve balık popülasyonları, küçülen böcek biyokütlesi
ve okyanusların oksijensizleşmesi, maalesef, empatik motivasyonlarımızı
körükleyemeyen çok daha büyük bir sonuçlardır. Sezgisel-empatik donanımımız,
bize benzer sevimli bireyleri kurtarmaya yönelik kahramanca çabaları ortaya
çıkarmak için mükemmel bir şekilde tasarlanmıştır. İklim değişikliği gibi,
küresel, yavaş hareket eden, kişisel olmayan ve soyut sorunları çözmeye ise çok
daha az uyarlanmıştır. Bir kutup ayısının ölümü trajedidir - milyonlarca ton
buzun erimesi ise sadece bir istatistik.
Sosyal Çekicilik
ve Sürekli Değişen Eğilimler
İnsanlarda, en
ciddi şekilde kaygı uyandıran ve motivasyon ateşleyen mesele, genellikle sosyal normlarla ve trendlerle güçlü
bir uyum içinde
ortaya çıkan kendi sosyal çekiciliğimizdir. Bilgi sahibi olmaktan hoşlanırız ve
trendlere ayak uyduramayan bireyler hakkında sık sık dedikodu yaparız. Sonuç
olarak, iklim değişikliği sorununa da sürekli değişen çekici tüketim ve davranış
eğilimlerine göre yaklaşma eğilimindeyiz. Sosyal bağlantılardan ve iklim sorunu
modalarına ayak uydurabilecek araç-gereçten yoksun olanlar sosyal statülerinde
kayba maruz kalırken, modayı takip edenler davranışları aracılığıyla erdem
timsali olabilirler. İlk bakışta, sosyal kimliğimizin bizi, daha sürdürülebilir
tüketime yönlendirmesine izin vermemiz iyi bir fikir gibi görünebilir. Ancak
sorun şu ki herhangi bir zamanda iyi görülen davranışlara ilişkin öngörülemeyen
değişiklikler de söz konusu. Bu da demek oluyor ki sadece toplumsal görünürlüğü
olan davranışları dikkate alıyoruz. İklim değişikliğinin asıl sebebi, fosil
yakıtları, enerji endüstrisi, ulaşım ve diğer enerji gerektiren faaliyetlerimizde
kullanmamızdır. Ancak, bu süreç bulanık olup uygulamanın sürdürülmesindeki
bireysel rolümüz görünür değildir. Dolayısıyla, Jones'ların
sürdürülebilirliğine ayak uyduğumuzda, odaklanmak için başka davranışlar
buluyoruz. Örneğin, deniz mahsulleri yemek, 2014 yazına kadar pek çok çevreci
tarafından övgüye değer olarak görüldü. Daha sonra karides yetiştiriciliğinin
mangrov ormanları üzerinde olumsuz etkisine dair ani bir kollektif gerçeklik ortaya
çıktı ve iri karides tamamen gözden düştü. Sofistike deniz ürünleri ile akşam
yemeği misafirlerini etkilemeyi uman tüm fevrî ve endişeli orta sınıf insanları,
Gaia'yı [http://www.gaia.com/lp/about] umursamadıkları için haklı olarak hor
görüldü. O zamandan beri, eğilimler, bazen şaşırtıcı bir şekilde, birçok
insanın hareketten kopuk olduğunu ve modaya uygun aktivistlerin ahlakî tutkusundan
rahatsız olduklarını hissettirerek devam etti. Yani, sosyal cazibe değişim için
güçlü bir itici güç olabilirken, bizi iklim krizinin çözümü ile ilgili önemli
ancak çekici olmayan konulardan uzaklaştırır.
Ahlakî Ruhsat
Belki de iklim
değişikliği ile gündelik bağlantımızdaki bilişsel kör noktaların en aşağılık
olanı Ahlâkî Ruhsat kavramı ile izah edilendir.
İnsanlar ne zaman erdemli bir harekete girişmenin ahlakî yükselişini tecrübe
ederse, kendileri hakkında daha iyi hissederler ve dolayısıyla ardından ahlaksız
seçimler yapma ihtimalleri daha yüksek hâle gelir. Bu etki sayısız çalışma ile ortaya
koyulmuştur. İnsanlar
kendi yemekleriyle diyet kola sipariş ederlerse tatlı siparişi verme konusunda
kendilerini daha rahat hissederler. Yardım için para verdikleri gün, park
yasağını daha rahat delerler. Aslında, insanlar bireysel sorumluluğu muhasebe etme
konusunda sezgisel bir eğilime sahip gibidir. Bu ise sürdürülebilir tüketim
için bariz bir sorundur. Bir alüminyum ürünü geri dönüştüren insanların, boş
bir odanın ışığını açık bırakması kendilerini daha rahat hissetmesini sağlayabiliyorsa,
önceki iyi eylemin etkisi, sonraki kötü olan tarafından iptal ediliyordur.
Dahası, ahlakî sezgilerimizin hesap-kitap bilmemesi ve motive olmuş akıl
yürütmeye karşı hassaslığı nedeniyle sürdürülemez büyük satın alımları ahlakî
olarak ruhsatlamak için küçük çevreci eylemleri kullanmamız muhtemeldir. Bir
öğleden sonra geri dönüşümü, sonuçta çok daha büyük bir karbon ayak izine neden
olacağımız halde, alışveriş için hafta sonu büyük bir şehre uçmayı kolayca ahlakî
olarak ruhsatlamada kullanılabilir.
Uygulanabilir
Tek Çözüm
Tabii ki,
insanlar bilişsel olarak bu önyargıları aşmayı başarabilir. Ancak sezgilerimizi
güçlendirmek bilgi ve çaba gerektiriyor. Çoğumuz, sınırlı enerjimizi işimizdeki
rasyonel müzakereler için harcar, boş zamanlarımızda ise bilişsel otomatik pilot
ile seyrederiz. Bu nedenle, iklim krizini çözme görevi olanların, çözüm üretmek
için profesyonel, rasyonel ve tartışmalı zihin setlerini kullanmaları çok
önemlidir. İklim değişikliği konusunda söz sahibi olan üç grup var:
politikacılar, şirketler ve tüketiciler. Sorumlu politikacılar, sürdürülemez
üretimi ve tüketimi kısıtlayan veya yasaklayan yasa ve düzenlemeler yapabilir.
Şirketler bu yasalara uymak zorundadır; ve ayrıca, sorunu çözmeye yardımcı
olmak için yasal gerekliliklerin ötesine de geçebilirler. Bu, kısmen pazarlama
mantığı ile -ki tüketicilerin ve çalışanların karşısında iyi görünmelerini
sağlar- ve kısmen de gelecekteki muhtemel düzenlemelere uymak için stratejik bir
çaba ile motive edilebilir. Ama bireysel tüketiciyi sorumlu tutmak tehlikeli
bir yanılgıdır. Beş milyar güçsüz, bilgisiz ve ben merkezli; gerekli problem
çözme biçimine bilişsel olarak adapte olamayan bireyin gönüllü çabalarıyla, iklim
krizinden, asla kaçınılmayacak. Sürdürülebilir tüketim lakırdılarından kazanan
sadece sorumsuz politikacılar ve iş dünyası liderleridir. Pek çok iyi niyetli
çevreci, sürdürülebilir tüketim anlamında konuşmaya devam ediyor, hepimiz katkıda
bulunursak, hepimiz elimizden gelenin en iyisini yaparsak, hepimiz biraz fedakârlık
edersek, bunu başarabileceğimizi söylüyorlar. Bu çevreciler artık -yeşilliklerimizi
yakındaki kamu bahçelerinde yetiştirmenin iklim için nasıl faydalı olduğu gibi-
kendine yetme saçmalıkları arasında, toplam emisyonlardan bahsetmenin güme
gitmesini görmeye can atan fosil yakıt endüstrisi liderleri için birer kullanışlı
aptal olma riskini taşıyor.
Bahsetmemiz
gereken tek sürdürülebilir davranış, emisyonları azaltmak için ne gerekirse
yapmaya söz veren, merkezin sağında ya da solundaki, sorumlu siyasetçilere oy
vermektir. Geriye kalan her şey birer iklim oyalamasından başka bir şey
değildir.
https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya-forum/2019/10/19/kotu-psikoloji-iklim-degisikligi-neden-pazarda-cozulmeyecek/
Bu yazı ilk olarak areomagazine.com‘da yayınlanmıştır.