Sokakları çocuk cıvıltılarının
doldurduğu günler her geçen yıl biraz daha geride kalıyor. Oğlumla ben, hafta sonları
el ele verip oturduğumuz -görece büyük- sitedeki sokakları dolaşıyor, ona arkadaş
arıyoruz. Ne yazık ki şimdilik sadece bir arkadaş bulabildik!
Nereden nereye!… Bizim
çocukluğumuzda yaşadığımız kasabanın her sitesi, her sokağında en az
onbeş-yirmi çocuk sabahın erken saatlerinden itibaren oyun oynamak üzere
dışarıda hazır beklerdi. Bununla birlikte, yaz tatili gelip de okullar
kapanınca, çocukların yarısından fazlası köylerine gider, yaz boyunca köydeki
işlere yardım eder ve okullar açılınca tekrar kasabaya dönerlerdi.
Yaz-kış köyde yaşayan ailelerin çocuk
sayısı ise şehirlerdekini en az ikiye katlar durumdaydı. Bu
hâl tipik bir indirgemecilikle, köydekilerin “saldım çayıra mevlâm
kayıra” hesabı, doğum kontrolünden bihaber olmalarıyla açıklanmamalı.
Benim kanaatime göre en temel etken, kır hayatının;
tarım ve hayvancılığın niteliği gereği çok çocuklu aileye ihtiyaç
duymasıdır. Nitekim, 80’li yılların ikinci yarısından itibaren serbest
piyasacılığın daha bir ön plana alınıp, KİT’lerin özelleştirilmeye
başlanmasıyla, tarım ve hayvancılıkla sağlanan geçim, neredeyse tüm
çekiciliğini yitirmiş
oldu. Köyler boşalmaya ve köy okulları bir bir kapanmaya başladı.
Dolayısıyla aileler,
şehir hayatının kısıtları içerisinde ciddi şekilde aile planlamasına
yönelmek
zorunda kaldılar.
2011 nüfus sayımı rakamlarıyla, Türkiye’nin
kırsalında yaşayan nüfus, toplam nüfusun % 23,2’si kadardır. Buna karşın tek başına
İstanbul’un barındırdığı nüfus ise %18,2'dir. Şehirlere savrulmuş ailelerin birden, ikiden fazla çocuk
sahibi olmaları neredeyse imkânsız gibidir. Hiçbir şeyin doğrudan üretilmediği
sürekli tüketime endeksli şehir hayatında, düşük ve orta gelirli bir aile için
birden-ikiden fazla çocuk sahibi olmanın karşılığı son derece bunaltıcı, depresif bir
hayat olmalıdır. Tabii ki mevcut koşullarda…
Evvela,
köyden şehre gelip de annenin babayla
beraber çalışmaması gibi bir seçenek, neredeyse imkânsızdır… Ev kirası,
yamek-içmek, çocukların okul masrafları vs. vs… Anne hiçbir şey
yapamıyorsa
gündelikçilik, merdiven temizliği gibi işlerle evin geçimine katkıda
bulunuyordur. Annenin daha nitelikli işlerde çalıştığını düşünsek bile,
mevcut
çalışma şartları –kamuda ve özelde– çocuk doğurmayı değil; doğurmamayı
özendirmektedir. İşyerlerinin yarı-zamanlı çalışma seçeneği, kreşleri;
kreş
yardımları bulunmamaktadır. Büyük şehirlerde ortalama kreş ücretleri
asgari
ücreti bir hayli aşmış durumdadır. Dahası pek çok iş kolu için, annenin,
çocuğu
hastalanınca onu doktora götürme hakkı dahi yasal olarak tanınmamıştır.
Bu
şartlarda elbette ki aileler birden-ikiden fazla çocuk yapamayacak ve
dolayısıyla nüfus gittikçe
azalacaktır. Nüfusun azalması ise iki kelimeyle, hayatın azalmasıdır.
Yukarıda birkaç cümleyle ortaya
koymaya çalıştığımız Türkiye’nin tarım/üretim toplumundan, sanayi/tüketim
toplumuna geçiş sürecinin doğurganlığa yansıması, aşağıdaki grafikte farklı
ülkelerle karşılaştırmalı olarak gözlenebilir.
Yıllar itibarıyla her kadına
düşen çocuk sayısı (kaynak OECD)
Sanayileşmesini tamamlamış üç
ülkenin düşük ancak neredeyse stabil doğurganlık oranlarına karşın, gelişmekte
olan iki ülkenin (Türkiye ve Meksika) otuz sene içinde hızla savrulduğu nokta
son derece dramatik durmaktadır.
Son olarak şunu da kaydetmek gerekmektedir. Türkiye ve Meksika gibi sanayileşme ve tüketim toplumu olma yolunda, doğurganlık oranlarını hızla düşüren ülkeler, çocuk yoksulluğunu engellemeyi başaramamıştır. Çocuk yoksulluğuyla kastedilen bir çocuğun bulunduğu ülke koşullarında gıda, sağlık, eğitim, güvenli yaşam gibi temel gereksinimlerinin karşılanamıyor olmasıdır.
Son olarak şunu da kaydetmek gerekmektedir. Türkiye ve Meksika gibi sanayileşme ve tüketim toplumu olma yolunda, doğurganlık oranlarını hızla düşüren ülkeler, çocuk yoksulluğunu engellemeyi başaramamıştır. Çocuk yoksulluğuyla kastedilen bir çocuğun bulunduğu ülke koşullarında gıda, sağlık, eğitim, güvenli yaşam gibi temel gereksinimlerinin karşılanamıyor olmasıdır.
2000’li yılların sonu itibarıyla çocuk yoksulluğu oranları
(kaynak OECD)
Türkiye
|
% 23,46
|
Meksika
|
% 25,79
|
ABD
|
% 21,63
|
Almanya
|
% 8,28
|
Norveç
|
% 5,48
|
Demek ki doğurganlık azaldıkça çocuk yoksulluğunun da azaldığını iddia eden teori, genel-geçer bir teori değildir. Türkiye, doğurganlık oranını hızla düşürmesine rağmen, şehirleşme ve sanayileşmesini daha insan odaklı yapan Avrupa ülkelerine göre çocuk yoksulluğunda açık ara kötü durumdadır. Dahası, bir ülkenin dünya ekonomi devi olması onun çocuk yoksulluğunda iyi durumda olduğuna işaret etmeyebilir. Nitekim, ABD’de hüküm süren gelir adaletsizliği, onu Türkiye ve Meksika’nın çocuk yoksulluğu oranlarına yaklaştırmıştır.