21 Eylül 2012 Cuma

Boğuntu...


Ne zamandır ülke denince, terör denince kendimi bağırmak istediğim halde sesimin çıkmadığı rüyalardaki boğuntuda hissediyorum...

Ne zamandır? Uludere zamandır...

Neden? Çünkü öncesinde, oh be! diyorduk... Ne güzel! Demek ki bugüne kadar terör ile kanka durumları olduğunu medyadan, kitaplardan falan bildiğimiz kirli eller: yani Ergenekon; yani JİTEM; yani Özel Harp Dairesi vb.... artık tutuklular. Ve bugüne kadar akıttıkları kardeş kanının hesabını bu millete verecekler! Sağolsun, varolsun Hükümetimiz; çok şükür sonunda bu günleri de gördük...

Ama Uludere gösterdi ki yok arkadaş! Durum bu değildir... Hatta daha da fenadır! Öyle ki (yerli-yabancı, bilmiyoruz) "yeni yeni ya da eski eski derinlikler" hem de hukuk aracılığyla, T.C. Başbakanının, git, terör örgütüyle bugüne kadar dört kere yapılmış olan görüşmelere sen devam et ve akan kanın durdurulmasına çalış, dediği devlet görevlisine, "gel bakalım sen buraya!" diyebildiler!

N'oldu? On koca ay geldi geçti bugüne... Uludere katliamı bir türlü aydınlanamadı.

N'oldu? Müzakere süreci sona erdi; Mukatele süreci daha bir şiddetle başladı! 

N'oldu? Terör olayları her geçen gün tırmandı tırmandı.... Biri de bir bini de bir dediğimiz; bizleri korusun diye asker eylediğimiz gencecik evlatlarımız, küme küme, tabutlar içinde ana-babalarına daha da bir sıklıkla teslim edilir oldu.

N'oldu? Ne oluyor da dağa çıkıyorları hiç bir zaman tam olarak bilmediğimiz Kürt çocukları ile onların devletimizce silah altına alınan kardeşleri, her geçen gün daha bir kin ve nefretle birbirlerinin kanlarına, canlarına kastettiler...

N'oldu? Vergilerimizle var ettiğimiz Devlet kurumlarımızın bir bir dökülüyor olduğu gözlerimizin önüne serildi... Şaşırdık, utandık, ağladık....

Ve... Geldiğimiz şu noktada:

Adalet: Başbakan'a dahi kafa tutan adalete mi güvenelim?

İstihbarat: Dış istihbaratı bile varla yok arası olan ve yenilerde oluşturulmaya çalışılan; elin vereceği haberle teröre karşı harekete geçtiğini sanan İstihbarata mı güvenelim?

Savunma: Askere aldığı çocukları sağ salim kışlasına ulaştıramayan; onları ıssız dağlarda savunmasız derme-çatma karakollarda terörle burun buruna savunma yapmak zorunda bırakan Savunmaya mı güvenelim?

Muhalefet: Başbakan'ın bir söylemine sinirlenip, çocukça bir hırsla terörü sona erdirme müzakerelerini millete şikayet eden muhalefete mi güvenelim?

Medya:  Başbakan'dan zılgıt yemek, dolayısıyla İktidar nimetlerinden faydalanamamaktan ödü kopan, zulmün karşısında susmuş oturmuş medyaya mı güvenelim?.... vb... vb...

Ben fakire, bugüne kadar AB'ye dahil olmak değil ama AB normlarına uyumlanma çerçevesinde devlet sistemimizi yeniden inşa etme ve demokratik bir Anayasanın hızla oluşturulmasının tek çıkış yolu olduğunu düşündüm durdum... Hala aynı kanaatteyim...

İstemez miydim biz, kendi ellerimizle yaratalım kendi kanunlarımızı, kendi sistemimizi? Şöyle bizim genlerimize dokularımıza uygun, özgün kanunlar, sistemler inşa edelim, yazalım?...

Ama maalesef ve maalesef, bundan ümidimi kestim desem yeridir. Neden, derseniz: Bizler kültürel, bilimsel derinliğimizi yaklaşık son 100 yılın karanlık, acıklı dehlizlerinde kaybettik de ondan!...

Ve... ve... Bu kaybettiklerimizi geri kazanmanın birinci şartı etnik, dini, sınıfsal vb. özellikleriyle, her birimizin birbirinden farksız insanlar olduğumuzu; her birimizin çok çok değerli bireyler olarak hayata hediye edildiğimizi; farklılıklarımızın ancak ve ancak şu üç günlük dünyayı daha renkli kılmaya yarayabileceğini her an, her yerde hissedebileceğimiz yepyeni bir düzen...

Düşünüyorum ki evvela, halihazırda bu resme en yakın görünen AB müktesebatına uyumla temelimizi bir atalım. Bu temel üzerinde filizlenecek kimlikler, özgüvenleriyle Avrupa'dan daha farklı ve daha derin kültürel kodlara sahip olan geçmişimizi en kısa sürede bugüne çağırmaya başlayacaktır... Tüm kalbimle inanıyorum....






14 Eylül 2012 Cuma